Dün yapılan olağan idari ve mali genel kurul, Beşiktaş için bir bilanço günü olmanın ötesinde, aslında bir yüzleşme günü olmalıydı. Ancak o yüzleşmeye pek kimse gelmedi. Yaklaşık 38 bin kongre üyesinin katılma hakkı varken, salonda yalnızca 2 bin civarında üye vardı. Bir yanda yönetimin kongreyi derbi günü yapma hatası, diğer yanda kongre üyelerinin bu kurulun kulübün geleceği için taşıdığı önemi idrak edememesi… Ortaya çıkan tablo, Beşiktaş’ın en büyük sorununun artık yalnızca saha içinde değil, aidiyet duygusunda da yaşandığını gösteriyor. Üstelik oy sayımlarının tekrarlanması, çıkan tartışmalar ve kavgalar da Beşiktaş’ın tarihine yakışmayan görüntülerdi. Bu kulüp, asaletle anılırdı; şimdi o asalet, birkaç saatlik kargaşaya sığdırılmış gibi görünüyor.
Kadın futbol takımı da bu genel ilgisizliğin ve kurumsal dağınıklığın yansıması gibi. Hâlâ sponsorsuz, hâlâ yeterli desteği bulamayan bir takım. Başkanın bu sezon hiçbir maçına gitmemiş olması bile, bu branşın nasıl bir kenara itildiğini bizlere gösteriyor aslında. Yanlış yapılanma, teknik direktör değişikliği, dağınık bir kadro yapısı… Bu şartlarda yeni hocadan mucize beklemek zaten haksızlık olur. Ancak Beşiktaş arması sahadaysa, o günkü rakibin kim olduğunun önemi kalmaz; o formanın ağırlığı zaten galibiyeti zorunlu kılar. Amed karşısında alınan sonuç, bu açıdan üzücüydü. Fakat asıl sorun sonuç değil, bu takımın ne kadar yalnız bırakıldığı. Yönetim olarak sahiplenilmeyen bir takıma taraftardan sonsuz bağlılık beklemek kolay, ama gerçekçi değil.
Kadın basketbol takımı da aynı yalnızlığın içinde yolunu bulmaya çalışıyor. Şu anda takımın performansı tutarsız; bir maçta umut veren bir oyun, diğerinde aynı enerjiyi bulamayan bir grup izliyoruz. Arseven ailesinin desteği olmasa, kadın basketbol şubesinin nasıl ayakta kalacağı ciddi bir soru işareti olurdu. Tribünlerde elli civarında seyirci görmek, Beşiktaş gibi bir kulüp için üzücü bir manzara. Yeni hoca, yenilenmiş kadro, WNBA’den transfer edilen yıldız Sam Whitcomb’un etkisi yavaş yavaş hissediliyor; ama bu yapının ayakta kalabilmesi için bireysel gayretler yetmez, kurumsal irade gerekir. Dün ÇBK Mersin karşısında alınan mağlubiyet belki kağıt üzerinde normal görünebilir — sonuçta karşındaki takım hem ligde hem Avrupa’da güçlü bir kadroya sahip. Ama Beşiktaş için hiçbir yenilgi “normal” olmamalı. Bu forma, kimle oynarsa oynasın rekabeti, mücadeleyi, hırsı temsil eder.
Ve elbette erkek futbol takımı… Dün Fenerbahçe karşısında 2-0 öne geçtikten sonra, her şeyin kontrol altındaymış gibi gözüktüğü bir maç, birkaç dakika içinde bir kabusa dönüştü. Kaptan Orkun Kökçü’nün ve teknik direktör Sergen Yalçın’ın kırmızı kartları, sadece sahadaki düzeni değil, takımın ruh halini de dağıttı. İlk yarı bitmeden 2-2’ye gelen skor, Beşiktaş’ın bir anda nasıl çözüldüğünün göstergesiydi. İkinci yarı ise, reaksiyon gösteremeyen bir takımın hikayesiydi. Daha önce defalarca 10 kişiyle savaşan, 9 kişiyle bile pes etmeyen Beşiktaş, bu kez 11 kişilik rakibi karşısında ruhsuz bir ikinci yarı oynadı. Tribünlerdeki sessizlik, sadece skor tabelasındaki rakamlara değil, bir aidiyet kaybına da işaret ediyordu. Beşiktaş’ın genlerinde savaşmak vardır, ama bu kez o genler sanki susturulmuş gibiydi.
2 Kasım, Beşiktaş için unutulmaması gereken bir tarih oldu. Çünkü bu tarih sadece kötü bir günü değil, bir dönüm noktasını temsil ediyor. Bu kulüp, kendi içindeki sorunlarla yüzleşmek zorunda. Kongre salonundaki boş koltuklardan, Kadın Futbol Takımı’nın sahipsizliğine; Kadın Basketbolundaki yalnızlıktan, futboldaki ruhsuzluğa kadar her şey aynı gerçeği haykırıyor: Beşiktaş’ın yeniden ayağa kalkması gerekiyor. Kara Kartal’ın artık üzerindeki tozu silkelemesi, hatalarından ders alması ve yeniden uçması gerek. Çünkü Beşiktaş, yenilgiyi değil, yeniden doğmayı bilir.
Çağan Elbistanlıoğlu