2025 yılı, Türkiye’nin çevre coğrafyasında yerleşik kabullerin sarsıldığı, “istikrarlı ve güvenli komşular” söyleminin ciddi biçimde aşındığı hadiseli bir yıl olarak hafızalara kazındı. Ne yazık ki bu gelişmeler, yıllardır temkinli uyarılarda bulunan bir kesimi haklı çıkardı; “ne yazık ki” diyoruz, çünkü doğrulanan bu tablo bölgesel barış adına umut verici değil.
Uzun süre kamuoyunda ve uluslararası çevrelerde, İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi; İran ve Arap dünyasına kıyasla daha rasyonel, daha öngörülebilir ve daha barışçıl aktörler olarak algılandı. 2025 boyunca yaşananlar, bu algının büyük ölçüde bir stratejik yanılgı olduğunu ortaya koydu.
Güvenlik Algısından Güvenlik Krizine
Doğu Akdeniz’de artan askerî tatbikatlar, Ege’de kronikleşen hava sahası ve kıta sahanlığı gerilimleri, Kıbrıs’ta statükoyu zorlayan adımlar ve İsrail’in bölgesel çatışmaları genişletme potansiyeli taşıyan politikaları; Türkiye açısından yalnızca diplomatik sorunlar değil, çok katmanlı bir güvenlik riski üretti.
Bu süreçte dikkat çekici olan husus, ideolojik, tarihsel ve kültürel olarak birbirine son derece mesafeli hatta yer yer düşman olan aktörlerin, Türkiye karşıtlığı söz konusu olduğunda hızla ortak bir zeminde buluşabilmeleridir. İçten içe birbirinden nefret eden üç farklı camianın bir araya gelmesi, demek ki ancak Türklere karşı olunca mümkün olabiliyormuş.
Doğu Akdeniz’de Yeni Bir Denklem
2025 sonu itibarıyla Doğu Akdeniz, enerji paylaşımı meselesinin çok ötesine geçmiş; jeopolitik, askerî ve kimlik temelli bir rekabet alanına dönüşmüştür. Türkiye’nin deniz yetki alanları, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin statüsü ve bölgedeki enerji hatları, karşı blok tarafından baskı aracı olarak kullanılmaktadır.
Bu tabloda dikkat çeken bir diğer unsur da, Avrupa Birliği’nin ve ABD’nin söylem ile eylem arasındaki çelişkileridir. Hukuk ve barış vurgusu sürdürülürken, sahada gerilimi besleyen adımların görmezden gelinmesi, Türkiye’de güven erozyonunu derinleştirmiştir.
İran ve Arap Dünyası ile Kıyasın Yeniden Düşünülmesi
İronik biçimde, uzun yıllar “istikrarsız” ve “tehditkâr” olarak etiketlenen İran ve bazı Arap ülkeleriyle ilişkiler, 2025’te daha yönetilebilir ve diplomatik kanallara açık bir zeminde ilerlemiştir. Bu durum, güvenlik kavramının yalnızca rejim tipi veya ideolojik yakınlıkla açıklanamayacağını; çıkar çatışmalarının belirleyici olduğunu bir kez daha göstermiştir.
Çıkarılacak Dersler
2025’in sonunda gelinen nokta açıktır:
• Güvenlik algıları, romantik kabullere değil soğukkanlı güç analizlerine dayanmalıdır.
• Türkiye’nin çevresindeki ittifaklar, kalıcı dostluklardan çok konjonktürel karşıtlıklar üzerinden şekillenmektedir.
• Diplomasi, askerî caydırıcılıkla desteklenmediği sürece etkisiz kalmaktadır.
• Kamuoyunda yerleşik olan “Batı’ya yakın olan daha barışçıldır” varsayımı, ciddi biçimde sorgulanmalıdır.
Hadiseli bir yılı geride bırakırken, Türkiye için asıl mesele haklı çıkmak değil; bu sert gerçeklikten stratejik dersler çıkarabilmektir. 2025, çevre ülkelerle ilişkilerde duygusal beklentilerin değil, gerçekçi ve çok boyutlu bir dış politika aklının zorunlu olduğunu bir kez daha göstermiştir.
Bu tablo kimse için sevindirici değildir; ancak görmezden gelinmesi artık mümkün de değildir.
Mutlu yıllar! 🎉 2026’da size ve sevdiklerinize sağlık, mutluluk ve nice başarılar dilerim.
Yeni yıl huzur ve umut getirsin! 🥂✨