Yeni seçilen belediye başkanlarının kendilerine has bir alışkanlığı vardır: Göreve gelir gelmez bir yurt dışı seyahati. Genellikle Avrupa’ya, bazen de Amerika’ya… Çoğu yabancı dil bilmez, dolayısıyla tur programları eşliğinde, kalabalık heyetlerle dolaşırlar. Ev sahibi şehirlerin belediye başkanlarıyla tanışır, toplu taşıma sistemlerine göz atar, yaya yollarında yürür, vapura biner, bilet makinelerine bakar, hatta fırsat bulurlarsa müzeleri ve operaları da gezerler.
Eğitimli ve vizyon sahibi olanlar, gördüklerinden gerçekten yararlanır. Şehirlerine döndüklerinde akıllı ulaşım sistemlerini, çevreci çözümleri ya da etkin belediye hizmetlerini örnek almaya çalışırlar. Ancak maalesef herkes öyle değil. Bazıları için bu geziler, “ilginç objeler koleksiyonu”ndan öteye gitmez. Plastik palmiyeler, garip park bankları, işlevsiz süslemeler… Ne yazık ki yurtdışı dönüşüyle beraber şehirlerimize bunlar “hatıra” olarak dikilir.
Düşünün; Büyükada Motor İskelesi Meydanı’na yerleştirilen arkalıksız oturma bankları… Vatandaş soruyor: “Burada uzun süre oturmak mümkün mü?” Elbette değil. Peki ya öğle vakti daracık çarşıya giren dev çöp kamyonları? Hem yolu kapatıyor, hem gürültü, hem koku… Avrupa şehirlerinde bu işler gece yarısı sessizce yapılırken, bizde gündüz vakti hayatı kilitlemek adetten olmuş. Üstelik sabahın köründe tozu dumana katarak sokak süpüren kamyonları saymıyorum bile.
Aslında mesele basit: Belediye başkanları, Avrupa sokaklarında değil, kendi şehirlerinin sokaklarında dolaşmalı. Yabancı şehirlerde “şehircilik turisti” olmaktansa, kendi şehrinde sabah işe giden vatandaşla aynı yolu yürümek, pazarda alışveriş yapmak, toplu taşımada bir yolculuk yapmak çok daha öğreticidir.
Yurt dışı seyahatleri görgü zenginleştirir, ama belediyeciliğin özü orada değil, burada gizlidir. Şehircilik, plastik palmiyelerle değil; temiz sokakla, düzenli toplu taşımayla, gölge veren gerçek ağaçla olur.(Haluk Direskeneli)