Bülent Yılmaz ise; “Heybeliada Kütüphane Binasını Kaybettik!” başlıklı bir mektup kaleme aldı:
“Heybeliada Halk Kütüphanesi Türkiye için çok, belki de biricik önemli bir deneyimdi. Ada halkı 3-4 yıldır ne kadar çok uğraştı. Dernek kurdu, çalıştaylar, konferanslar yaptı. Stratejik planlar geliştirdi. Kitap kampanyaları başlattı. Şenlikler düzenledi. Ben de kişisel olarak onlara yardımcı olmaya çalıştım. Valilik, vali yardımcıları ile, Kültür Müdürleri ile görüştük. Her seferinde merak etmeyin yanıtını aldık. En son 2 ay öncesi garanti vermişti Vali Yardımcısı. Hiçbir sorun yok demişti. Ancak olmadı.
Türkiye’nin bu boyutta sivil toplum-halk kütüphanesi buluşmasını gerçekleştiren, halk kütüphanelerinin ufkunu açacak projesi belki de tek (ya da birkaç örnekten birisi) örneği yaşamadı. Yaşatamadık. Çok kötü oldu. Başaramadık. Sorumluyuz. Çok üzgünüm.
Burada, mesele tek bir kütüphane meselesi, Heybeliada meselesi değildi. Yeni bir yol, ufuktu. Anlayamadık; yazık oldu. Yine de sonuç değil süreç önemlidir diyor ve o güzel Ada halkına içten sevgi ve saygılarımı gönderiyorum. Bu çabaları tarihe geçecektir; bizim sorumsuzluklarımız da tabii!”
Dernek üyeleri mücadeleyi bırakmış değil. Yapının kütüphane olması amacıyla başlatılan sürecin aynı şekilde devam etmesini sağlamaya çalışıyorlar. Bunun için yetkililerle görüşüyor, binanın mülkiyet hakkı kimde olursa olsun, buranın -başka bir yere dönüşmeden- kütüphane olarak faaliyet göstermesini istiyorlar.
“Günümüzün kütüphaneleri nasıl olmalı?” sorusuna verilen yanıtlardan ilki, kütüphanelerin yaşayan yerler olması gerektiği. Heybeliada’da, henüz ortada bir kütüphane yokken bu yaratıldı. Yaşam boyu öğrenme merkezinin temeli atıldı. Halkla, sivil toplum kuruluşlarıyla, kütüphanecilerle, yazarların ve her yaştan okurların buluşması sağlandı. Artık bu örnek girişime bir kütüphane gerekli. Bürokratik engeller aşılmalı ve tarihi yapı yeniden kütüphane olarak açılmalı.