Prens Adaları’nda kıyılar genellikle kayalıktır. Kınalı, Burgaz, Heybeli ve Büyükada’da kayalıklar kimi yerde taşlık plajlarla bölünmüş olsa da, adaların kayaç yapısı dalgaların altında da devam eder.
Adaların genelinde sahil kayalarının ulaştığı ortalama derinlik 20 m civarında olmakla birlikte, Sivriada ve Balıkçı Adası’nın (Neandros) güney yamacında kayalık zemin yapısı yer yer 60 m derinde bile karşınıza çıkar. Derinliğin yanı sıra kayalıkların sualtındaki görünümü de adadan adaya değişir. Çöp İskelesi’nde (Kınalıada) zemin sıkıca kaynaşmış taşlardan oluşur. Sedefadası’nın güney kıyısındaki kaya duvarını takip ederek dibe indiğinizde, 36 m derinde düzgün kenarlı kaya blokları görürsünüz. Gorgonlarla kaplanmış olan blokların düzeni, oraya sanki bilerek yerleştirildikleri hissini uyandırır. Yassıada’nın doğu yamacında, hemen hemen 20 m derine kadar inen tek parça kaya levha, deniz tabanını kırışıksız bir örtü gibi kaplar. Bu örtü boyunca dibe doğru ilerlediğiniz zaman, kaya örtünün kenarının dipten kalkarak midyelerle kaplı taşların üzerine bir tente gibi yayıldığını görürsünüz. Çeşit çeşit süngerin yerleştiği bu tentenin altında kaya, yer yer sertliğini kaybetmiştir. Adalar denizinin üzerinde eğreti bir piramit gibi yükselen Sivriada’nın güney yamacında, Marmara’nın en güzel mercan bahçelerinden birini gezerken, fenerin ışığıyla aydınlanan kaya alev alev yanmaya başlar. Burası Sivriada’nın ünlü “67 taşı”nın başlangıcıdır. Eunicella ve Paramuricea türü gorgonların turuncu, mor ve sarı dalları, gri kayalığın soğukluğunu hayali bir ateşin alevleriyle ısıtır. Cansız duvarda Marmara’nın en sıcak, en canlı renkleri çıkar karşınıza.
Adalar denizindeki çıplak bir kayanın üzerinde yaşam, silis evcikli planktonik deniz algleri yani diyatomelerle başlar. Sadece mikroskop altında görülebilen bu canlılar, cansız yüzeyleri hayata hazırlayan ilk tabakayı oluştururlar. Bu ön hazırlığın ardından, tüy ayaklılar –sirripedler-, tüplü deniz kurtları –poliketler-, kara midyeler ve çeşitli alg türleri, diyatomelerin hazırladığı yüzeye tutunurlar. Bu yeni yerleşimciler büyürken, onların ardından gelen mercanlar, süngerler, deniz şakayıkları, deniz tulumları gibi, yine yerleşik yaşayan daha büyük omurgasızlar kayaların üzerindeki yerlerini alırlar. Kayalığa gelen her yeni yerleşimci uygun şartları bulduğunda hızla kendi kolonisini kurmaya girişir ve kendinden sonra gelecek olanların yerleşmelerine uygun zemini hazırlar. Yaşam kimi yerde midyelerin kabukları arasına saklanır, kimi yerde gorgonların dallarına takılır. Bir şişenin içi bile yaşamla dolar denizde. Yerleşim devam ederken tüplü deniz kurtları ve kalkerli algler gibi doğal çimento görevi yapan canlılar, midye kabuğundan küçük taşlara kadar hemen her şeyi sağlam bir yaşam harcıyla birbirine bağlar.
Deniz tabanında yerleşmeye uygun kaya yüzeyi kalmadığında, türler arasında kıyasıya bir rekabet başlar. Bu anda ölüm, bir denge unsuru olarak karşımıza çıkar. Ölüm, beraberinde yaşam getirir. Bir canlının ölümüyle açılan boşluk, bir başkası tarafından göz açıp kapayana kadar doldurulur. Ölen her canlının çürüyen bedeni, yeni bir yaşamın doğması için gereken organik maddeyi sağlar. Adalar denizi savurganlığa asla göz yummaz. Adım adım kolonileştirilen kayalık kıyılar, yengeçlerin, ahtapotların, balıkların ve diğer tüm hareketli canlıların gelmesiyle yaşayan bir görünüm kazanır. Barındırdığı her canlıyla kayalık, sanki onlarca, yüzlerce, hatta binlerce kolu olan dev bir canlıya dönüşür. Cansız kayalığın yaşayan bir bütünlüğe dönüşmesi, ölümleri doğumların izlediği sonsuz bir döngüdür. Adalar denizinin kayalık kıyıları, doğayı boyayan ressamın, yaşamın her bir parçasını nakışlarken gösterdiği özenin incelikli süsleriyle bezenmiştir.
Sevgili Hakan Kabasakal’ın Adalarımızdaki sualtı izlenimleri;
(Devamı var)
ADAGAZETESİ – ADALAR su altı