İLHAM KAYNAĞI
Bir firmanın sekreteri ile görüşmemi sürdürürken masasının üstünde dağınık halde duran bir gazete ilişti gözüme. Oyalanmak için sayfalarını çevirmeye başladım. Kültür Sanat Haberlerini, etkinlikleri merak ederken Ekrem Bora’nın son yolculuğuna uğurlanmasını okudum içim burkularak. Baktım fotoğraflara da, yine Fatma Girik çok doğal, çok duygulu duruyordu. Cenazelerde takınılan o yapmacık tavırlar asabımı bozuyor. Acıyı içimde yaşatan bir insan olarak bazen gözlere takılan o dükkân vitrini gibi, yüzü örten kara gözlükleri kırmak geliyor içimden. Niye takıyorlar ki o gözlükleri? Gözyaşlarını gizlemek için mi? Varsın görünsün efendim, ağlamak ayıp mı? Yoksa göz güzelliğini mi bozuyor o yaşlar, rimeller mi akıyor? Ağlamayın o zaman, ağlamayın. Ben de ağlayamıyorum cenazelerde. Buz kesiliyorum, buz. İllâ ki kederimi başkasına belli etmek zorunda mıyım? Yoksa derdime ortak mı olacaklar? İnsanın ciğeri yandığında, içinden ömrünün akıp gittiğini hissettiğinde, eriyen duygular gözyaşına dönüşüp yüreğe aktığında “Maşallah iyi gördüm seni” diyorlar. Öyle demek istiyorlar. Yoksa, o gözlükleri gözlerin etrafını saran kaz ayaklarını göstermemek için mi takıyorlar diye düşünürken hışımla çevirdim sayfayı ki….
O da ne? Tante Bella
Yıllardır unutamadığım O zarif kadın.
Kınalı adamızın sahilinde oturan Eskenazi ailesi. Tante (teyze) Bella çocukluk arkadaşlarımın anneleri ile samimi görüşürdü. Onu tüm o güzel ve bakımlı hanımlardan farklı bulurdum. Onun güzelliği ve bakımlılığı çok farklıydı. Her haliyle ilgimi çekerdi Tante Bella.
Gazetedeki fotoğrafına bakıyorum: Yaşlanmış ama değişmemiş. Yine sade bir zarafet içinde. Saçlar aynı, ya o bileklikler…Kadınsı bir oturuş ve ojeli tırnaklar.
Ellili altmışlı yıllarda ve daha sonra, Prens Adalarını bilmeden sevmeden gelip gezen ve yerleşenler İlçeyi istila etmeden deniz keyfi betonlara yayılarak çıkarılırdı. Bu betonların ayrı ayrı adları vardı: Nefi’den, yalının belirli betonlarından, Ferit Bey’den vs…denize girilirdi. Betona gelen bir yabancı, ada halkı arasında tedirginlik yaratırdı. Flamingo yolunu yürüyüp de o tarihte Park Otelin sahibine ait villayı da geçtikten sonra ki o kıyılardan denize girilmezdi, sazlık ve midyelikti oradaki deniz, Markaryan ve Mıkaelyanların betonu vardı. Tante Bella bu betonlara çok yakın bir evde otururdu. Bugün onun oturduğu sarı ev terk edilmiş, bahçesi perişan, camları kırık, günübirlikçiler balkonuna dolup yerlerde yatıp, yiyip içiyorlar. Afiyet olsun da en azından çıtlattıkları ay çiçeği çekirdeklerinin çöplerini toplasalar bari.
Oysa ben o balkonun merdivenlerinden inen zarif ve asil duruşlu bir kadın görüyorum. Betona gelen arkadaşlarını buram buram kokan Türk Kahvesi ile ağırlıyor ve tepsi kullanmak yerine kahveciler gibi askılı servis vermeyi tercih ediyordu. Farklı olayım derken sevimsiz ve rüküş olan nice insan var. Bence istemekle olmuyor, farklı olmak doğuştan insana verilen bir özelliktir. Ben, Tante Bellayı böyle hatırlıyorum.
Eskenazi ailesi yıllar önce adayı bilmediğim bir nedenden dolayı terk etti.
Hemen gazeteyi okuyorum:”Beşiktaş Belediyesi Levent Kültür Merkezi Onat Kutlar Sinema Salonunda gösterime girecek olan bir diğer film de * Orhan Velinin İlham Perisi Bella * adlı film. 25 Nisan 2012 tarihinde Onat Kutlar Sinema salonunda seyircisiyle buluşacak. Belgesel Orhan Veli’nin ilham perisi ve bir süre Köy Enstitülerinde öğretmenlik yapan Bella Eskenazi’nin hayat hikâyesini anlatıyor. “
Orhan Veli’nin ilham perisi Tante Bella.
Kınalı adalı bir zarafet.
Bu belgeseli izlemek gerek.
Sosi Cındoyan