İstanbul’un Adalarını Ne Kadar Tanıyoruz?

İstanbul’un Adalarını Ne Kadar Tanıyoruz?
Yayınlama: 29.03.2018
Düzenleme: 13.12.2022 15:32
A+
A-

Topoğrafyasının İstanbul’a bahşettiği deyim yerindeyse nimetlerden biri de Marmara Denizi üzerinde bulunmakta olan İstanbul’un adalarıdır. 

İstanbul'un Adalarını Ne Kadar Tanıyoruz?

Burgazadası

Topoğrafyasının İstanbul’a bahşettiği deyim yerindeyse nimetlerden biri de Marmara Denizi üzerinde bulunmakta olan İstanbul’un adalarıdır. Bu adalar her yaz belki yüz binlerce ziyaretçi ağırlayarak gitgide popüler noktalar hâline gelmiş bulunuyor. Ancak tarihi süreç içerisinde bu adalar, adından, keşişlerin manastırlarını kurdukları ve inzivâya çekildikleri yerler ve Bizans’ın talihsiz imparatorlarının sürgün yeri olarak söz ettirmiş. Gelin “Oktay Türkoğlu”na kulak verelim.

İstanbul, kendisine bahşedilen sayısız güzelliklerle bezeli bir şehirdir hiç kuşkusuz. Üzerinde hiç göz kamaştıran şâheser inşâ edilmemiş olsaydı bile kurulduğu coğrafyanın konumu itibariyle eşsiz bir şehir olmayı pekâlâ sürdürebilirdi. Buna en sarih bir misâl olarak; şehrin ilk yerleşimcileri olan bugün Topkapı Sarayı ile Ayasofya’nın bulunduğu İstanbul’un birinci tepesi diyebileceğimiz bölgede varlık gösteren antik Byzantium halkının şehrin karşı kıyısında, bugün Kadıköy diye adlandırılan bölgeye yerleşmiş koloniyi, Kalkhedon diye, yani gözlerinin önünde olmasına rağmen böyle eşsiz bir noktayı gözden kaçırdıkları için, ‘körler ülkesi’ olarak isimlendirmiş olmasını verebiliriz.

İşte, topoğrafyasının İstanbul’a bahşettiği deyim yerindeyse nimetlerden biri de Marmara Denizi üzerinde bulunmakta olan İstanbul’un adalarıdır. Bu adalar her yaz belki yüz binlerce ziyaretçi ağırlayarak gitgide popüler noktalar hâline gelmiş bulunuyor. Ancak tarihi süreç içerisinde bu adalar, adından, keşişlerin manastırlarını kurdukları ve inzivâya çekildikleri yerler ve Bizans’ın talihsiz imparatorlarının sürgün yeri olarak söz ettirmiş. Üzerinde 19. yy’a kadar ciddi bir yerleşimin bulunmadığını biliyoruz. Ancak mezkûr yüzyıldan sonradır ki, özellikle Osmanlının Rum tebaasının yerleşik olarak yaşadığı, birçok önemli şahsiyeti ve hikâyeyi barındıran onlarca köşkün inşâ edildiği ve onlara yavaş yavaş katılan Ermeni, Türk, Yahudi ve Aleviler gibi çok çeşitli etnik ve dini unsurların da nüfusunu genişletip ibadet yerleri inşâ ettikleri bir bölge hâline gelmiştir.

İstanbul'un Adalarını Ne Kadar Tanıyoruz?

İstanbul’un bugün birisi batık durumda olan 10 tane adası vardır. Bunlar sırasıyla aşağıda incelenecektir. Ancak önce kayıp ada Vardonisi‘den biraz bahsedelim. Bir kısmı deniz sularının altında ancak su altı arkeologlarının incelemeleri dâhilinde çeşitli bulgular biriktirilen bir konumda. Bir kısmını ise iki adet kaya parçası olarak Maltepe sahili açıklarında hâlen gözlemlemek mümkün. Adanın Sedefadası‘ndan biraz daha büyük olduğu söyleniyor. Konumuyla da Kınalıada ile Heybeliada arasında Burgazadası ile aynı hizada limana daha yakın bir ada. Deniliyor ki 11. yy’ın başında bu ada büyük bir deprem ile aşağı doğru çöküvermiş. Depreme paralel olarak ardından vukû bulmuş olması muhtemel bir tsunaminin de adayı yok etmiş olabileceği göz önünde bulundurulabilir. Adanın üzerinde Patrik Photios‘un sürgün edildiği bir manastırın olduğu iddia ediliyor ancak adada bir yerleşim olmuş olabileceği hakkında dahi yeterli bulgu olmaması hasebiyle henüz bu muallakta olan bir konu.

 

KINALIADA

Kınalıada, İstanbul’un en önemli 4 adasından şehrin merkezine en yakın olanı. Bu yüzden vapur yolculuğunun en kısa sürdüğü ilk inilen istasyon olma özelliğini taşıyor. Kınalıada eskiden diğer adaların gölgesinde pek kimsenin rağbet etmediği bir adayken, yıldan yıla daha fazla tercih edilen, özellikle yazın günübirlikçiler tarafından -diğer adalardaki yoğunluk da göz önüne alınarak- sahillerinin değerlendirildiği bir ada hüviyeti taşıyor. Bu ada, tepesindeki antenleri ve adada faytonların bulunmayışı ile diğer adalardan ayrılıyor.

İstanbul'un Adalarını Ne Kadar Tanıyoruz?

Rumlar bu adaya Proti derlermiş, yani ilk, birinci. Ada’nın bugünkü ismi ise doğusunda yer alan, denize dik duran kum taşı uçurumlarının renginden alıyor. Esâsında bütün adaların toprak rengi, topraklarında yer alan demir-oksit sebebiyle kırmızımsı şekilde. Ada eskiden bugünkü kadar yeşilliği bol olan bir nokta değildi. Bu sebeple kıraç bir görünüm arz etmesi adanın toprak renginin İstanbullular tarafından daha çok dikkatini çekmiş olacak ki bu ada Kınalı olarak tesmiye edilmiş.

Ada’nın Çınar, Teşrifiye ve Manastır tepeleri olarak adlandırılan üç tepesi mevcut. Adanın antenleri Teşrifiye tepesinde bulunuyor. Manastır tepesinde ise ismiyle müsemma Metamorfisis Manastırı bulunuyor. Bu manastır buraya sürgün edilen önemli şahsiyetler sebebiyle epeyce mâruf. 9. yy’da Ermeni general Barnades, aynı yüzyılın ortalarına doğru İmparator I. Mihail buraya sürgün edilmiş ve ömrünü ailesiyle birlikte burada ikmâl etmiş. Kaderin cilvesi I. Mihail’i tahttan indiren Ermeni Leon da daha sonra tahttan indirilerek buraya sürgüne yollanmış. Bir diğer sürgün edilen önemli şahsiyet ise, bizim de yakından tanıdığımız Malazgirt savaşında Bizans ordusunun başında yer alan Romanus Diyojen‘dir. Bu savaştaki yenilgisinden sonra gözleri oyulup, uzun ve çileli bir yolculuğun sonunda buraya sürgüne yollanmış, 1072’de de burda ölmüş.

Adanın diğer dini mekânları ise Panagia olarak isimlendirilen Rum Ortodoks Kilisesi, Ermeni Protestanlarına ait Surp Kirkor Lusaroviç Kilisesi ve 1965 yıllarında yapımı tamamlanmış olan, ilginç mimarisiyle dikkat çeken nalıada Camii. Bu cami alışıldık mimari formların dışında bir kubbe ve minareye sahip olmanın yanısıra, avlusunda Karaköy Camii’nden kalmış olan iki parçayı bulundurması sebebiyle de mühim.

BURGAZADASI

Burgazadası ise Adalar vapurunun ikinci durağı. Rumlar bu adaya Antigoni demiş. Bu isim Romalı muzaffer komutan Sezar Vardas‘ın oğlu Antigonos‘tan geliyormuş. Bu adanın mülkiyeti ona verilmiş zamanında. Adanın tek tepesi Hristos veya Bayraklıtepe olarak adlandırılıyor. Türkler de bu tepede yer almakta olan bir burç/kale varlığından mülhem Pirgos’tan bozma Burgaz demişler buraya.

İstanbul'un Adalarını Ne Kadar Tanıyoruz?

Adaya denizden yanaştıkça dikkatimizi ilk olarak çekenler Antigoni Palas, hemen arkasında büyük kubbesiyle dikkat çeken Aya Yani Kilisesi ve adanın şehre yakın tarafında 1954 yıllarında inşa edilmiş olan Burgazada Camii’dir. Adayla özdeşleşmiş edebiyatımızın en önemli şahsiyetlerinden biri olan Sait Faik‘in de bu adada ikâmet etmiş olması önemli bir detaydır. Bugün onun yaşadığı ev Sait Faik müzesi ismiyle ziyaretçilerini ağırlıyor.

Adanın tek tepesine Büyük Çamlık caddesinden çıkılır. Epeyce yorucu bir yolun ardından önce bugün büyük bir duvarla çevrelenmiş Rum mezarlığı ve sonra âtıl bir vaziyette bulunan Hristos Manastırı’na ulaşılır. Bu manastır yapım tarihi olarak 9. yy’a dayandırılır. İlk şekli Gül Camii’ne benziyormuş. IV. Murad zamanında, Hristiyan cemaatin, Ramazan ayına denk gelen Paskalya yortularında meşale yakmaları saraydan ve şehirden gözlemlenmiş ve bu bir korku yaratmış. Hemen sonrasında ise padişahın irâdesiyle burası yıktırılmış. Şu anki haliyle ise 1869’da Hurmuzis adlı bir hayırsever tarafından yaptırılmış.

Diğer adaların aksine Burgaz‘da adanın etrafında tam bir tur atabilmek imkânı yoktur. Gönüllü caddesi geçildikten sonra Kalpazankaya yoluna girilir, yol üzerinde Aya Yorgi Manastırı’na ve Madam Marta koyuna rastgelinir. Yolun sonunda ise adaya bitişik devâsa bir kaya kütlesi bulunmaktadır ki adına Kalpazankaya derler. Burdan günbatımını izlemenin doyumsuzluğu ise herkese hararetle tavsiye edebileceğimiz bir derecededir.

Adada bir de Alevi cemaatinin yaptırdığı bir cemevi bulunuyor. Aleviler bu adaya Erzincan, Sivas ve Tokat’tan aileler hâlinde adada Rumlar yoğunluklu olarak yaşıyorken gelmişler. Onların hizmetinde garsonluk, bahçıvanlık gibi işlerle uğraşmışlar. Rumların 1964 yılından itibaren Kıbrıs meselesiyle tavan yapan Türk-Yunan ilişkilerinin bozulması sonrası adaları terketmeleri, adada Alevilerin sürekli oturan nüfusun kâhir ekseriyetini teşkil eder hâle gelmesine zemin hazırlamış.

Burgaz‘ın önünde yer alan ve üzerinde yerleşim bulunmayan adaya ise Kaşıkadası demişler. Bu adanın Burgaz‘ın önünde doğal bir mendirek gibi olması, Burgaz‘ın tarihi süreç içerisinde güvenli liman olarak da adlandırılmasının sebeplerinden biridir.

 

HEYBELİADA

Heybeliada büyüklük itibariyle Büyükada’nın gerisinde kalsa da, güzellik itibariyle ondan hiç de aşağı kalır yanı yoktur. Bu adanın en karakteristik yapıları eski Kalyoncular kışlasının yerine dönüştürülmüş Deniz Lisesi ile Papaz Dağı denilen noktasına inşâ edilmiş Ruhban Okulu’dur.

Heybeli‘ye Rumlar Halki demişler. Bakır anlamına gelir. Toprağında bakır madenlerinin bulunması sebebiyle bu isim verilmiş. Türkler ise topoğrafyasından mülhem iki belirgin tepesinin heybeyi andıran görüntüsü sebebiyle buraya Heybeliada demiştir.

İstanbul'un Adalarını Ne Kadar Tanıyoruz?

Adanın iki tepesi arasında kalan ve diğer özellikle Burgaz‘dan çokça dikkat çeken yapısı bugün Deniz Lisesi’ne devredilmiş olan Rum Ticaret Okulu’dur. Bu mektep Osmanlı’da açılan ilk ticaret okullarından birisidir. 1831 yılında açılmış. 1875’te yeni bir şekle kavuşmuş. En parlak devrini ise II. Abdülhamit döneminde yaşamış. Bu okulun bulunduğu sınırlar içerisinde ise adanın en eski kilisesi ve tipoloji bakımından da (yonca planlıdır) en eski yapılarından biri olan Panayia Kamariotissa Kilisesi bulunmaktadır. Meraklıların internetteki online haritalar yardımıyla bu kiliseyi görme imkânları vardır.

Heybeliada, etrafında bir tam tur atmanın en keyifli olduğu yer diyebiliriz. Deniz Lisesi’nin yanından başlayarak, Sultan Mehmed Reşat döneminde buraya hediye edilmiş Bahriye çeşmesini geçtikten sonra Çam Limanı yoluna girilir. Yol üzerinde yapıldığı yerden mülhem yüzünü Büyükada’ya çevirmiş Aya Yorgi nâm-ı diğer Uçurum Manastırı ile İsmet İnönü ve Rıfat Ilgaz gibi çeşitli kişileri de ağırlamış ve yakın bir zamana kadar hizmet etmekte olan Sanatoryum binaları görülür. Ve yürüyüşün tatlı sürprizi Terk-i Dünya olarak adlandırılan Aya Spiridonos Kilisesi’nin bahçesinde dinlenme molası vererek Bithinya dağlarını seyre dalmaktır.

Bu adayla özdeşleşmiş edebiyatçımız ise Hüseyin Rahmi Gürpınar‘dır. Kendisi yanında güzel bir servinin bulunduğu Cebel caddesi üzerinde bir köşkte oturmuş. Evi müze olarak düzenlenmiş ve bir süre hizmet etmiş olsa da bugün maalesef kapalı.

 

BÜYÜKADA

İstanbul adalarının en görkemlisi hiç şüphesiz Büyükada‘dır. Diğer adalara nispeten burası Türk varlığının en erken meydana geldiği yer olarak dikkati çeker. Osmanlı burayı birçok kartpostalda da görmenin mümkün olduğu şekliyle Ada-i Kebir demiştir. Rumlar ise Prinkopo yani Prens adası.

İstanbul'un Adalarını Ne Kadar Tanıyoruz?

 

Büyükada’da diğer adalarda da görmenin mümkün olduğu bir cemaatler yumağı vardır. Adada II. Abdülhamit’in inşâ ettirdiği Hamidiye Camii, Rumların Aya Dimitri, Panagia, Aya Yorgi ve Aya Nikola kiliseleri, Ermeni Katoliklerin bir kilisesi, Latin Katoliklerin kilisesi, Yahudilerden kalma bir sinagog ile inşâsı devam etmekte olan bir cemevi bulunmakta.

Adanın iskeleye yakın ilk tepesinde yapımına otel olarak başlanan, Avrupa’nın en büyük ahşap binası olmakla marûf Yetimhâne binası bulunmaktadır. Bu beş katlı görkemli yapı bugün kaderine terk edilmiş durumda. İkinci tepesinde ise, ki ilkine göre çok daha zor ve dillere destan olmuş bir yokuştan çıkılan, Aya Yorgi Kilisesi bulunur. Burası bilhassa yortu gününde ana baba gününe dönen ve çeşitli ritüellerin sergilendiği bir yer olarak dikkat çeker.

Adanın en itibarlı caddesi hiç şüphesiz Çankaya caddesidir. Bu cadde üzerinde Hacopulos, Mizzi, Con Paşa gibi isimlerin göz alıcı köşkleri bulunmaktadır. Rus devrimci Troçki‘nin sürgün zamanında ikâmet ettiği ikinci köşk bu cadde üzerinde yanmış olan bir köşk iken birincisi de Con Paşa Köşkü’nün aşağısında bulunan Sevastopol Köşkü’dür.

Bugün hâlâ otel olarak hizmet etmekte olan iki tane top benzeri kubbesiyle dikkat çeken Splendid Otel ile eski Prinkipo Yatch Club (bugün Anadolu Kulubü) olan yapıları da zikretmek gerekir.

SİVRİADA  ve YASSIADA

Bu iki ada diğer adalardan biraz daha ayrı, Marmara Denizinin açıklarında yer alırlar. İsimleri birbirinin tam zıttı olan bu iki ada adlarını da topografik husûsiyetlerinden almıştır.

İstanbul'un Adalarını Ne Kadar Tanıyoruz?

Sivriada‘nın üzerinde hiçbir yerleşim yoktur ve buna da elverişli değildir zaten. Hâl böyle olunca onun tarihiyle ilgili yalnızca benim başka bir yazıda kaleme aldığım (bkz: Modern Şehir Tasavvurunda Sokak Hayvanlarına Yer Yok mu?) 1910’lu yıllarda modern bir şehirde sokak hayvanlarına yer olmadığına karar veren yetkililerin burayı köpekler için bir tecrit ve sürgün yerine çevirmiş olmasını söyleyebiliriz.

Yassıada‘daki en dikkat çekici yapı ise Birleşik Krallık’ın İstanbul sefiri Sir Henry Bulwer‘ın inşâ ettirdiği Ortaçağ’dan kalma bir şatoyu andırır yapıdır. Bugünlerde ada üzerinde hummalı bir inşâ çalışması sürdürülerek adanın turizme kazandırılması düşünülüyor. Adanın ismi ise Demokrasi ve Özgürlükler Adası olarak değişiyor.

İstanbul'un Adalarını Ne Kadar Tanıyoruz?

Son olarak; Sedefadası, Büyükada‘nın ötesinde en doğuda yer alan İstanbul adasıyken, Tavşanadası da, ölüme mahkum edilen eşeklerin sürüldüğü, Sivriada‘yla birlikte Hayırsız Adalar olarak nâm bulmuş İstanbul’un diğer adalarıdır.

Bir Yorum Yazın

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.

Exit mobile version