Belli bir yaştan sonra insanın hayata bakışı fark edilir biçimde değişiyor. Bir zamanlar zihni meşgul eden “O bunu demiş”, “Bu yalan söylemiş”, “Şu selam vermedi”, “Bunlar arkamdan konuşmuş” gibi cümleler, giderek anlamını yitiriyor. Çünkü yaşla birlikte kazanılan en kıymetli şey, her şeye cevap verme mecburiyetinin ortadan kalkması oluyor.
İşte bu ruh hâli, en çok da Büyükada’da anlam kazanıyor. Sabah erken saatlerde, ada henüz kalabalığa uyanmamışken, denizden gelen hafif iyot kokusu ve çamların arasından süzülen serin hava insana iyi geliyor. Temiz, açık ve ılıman bir havada yapılan uzun yürüyüşler; zihni yoran düşünceleri yavaş yavaş geride bırakıyor. Ayak seslerine martıların eşlik ettiği bu yürüyüşlerde, acele edecek bir şey olmadığını hatırlıyor insan.
Yürüyüşün ardından bir bardak çay ya da sade bir kahve… Masada açık bir gazete, fonda hafif bir müzik. Büyükada’nın dinginliği, insanın iç dünyasına da sirayet ediyor. Eskiden “neden?” diye sorulan pek çok mesele, bugün sessiz bir “aman neyse” ile geçiştirilebiliyor. Bu bir umursamazlık değil; bilakis, hayatın yükünü hafifletme becerisi.
Zamanla anlaşılıyor ki huzurlu olmak, çoğu zaman haklı olmaktan daha kıymetli. Kim ne demiş, kim ne yapmış… Bunlar rüzgârla dağılan sözler gibi geride kalıyor. Geriye ise sabah çayının buharı, denizin sakinliği ve insanın kendisiyle kurduğu sessiz barış kalıyor.
Velhasıl hayat; seni anlamayanlara kendini anlatmakla harcanmayacak kadar kısa, kahveni soğutmaya değmeyecek kadar geçici. Büyükada’nın barışı ve dinginliği içinde insan şunu daha iyi kavrıyor: Olgunluk, hayatı ağırlaştırmak değil; onu sakinlik, sadelik ve iç huzurla yaşamayı öğrenmektir.
Haluk Direskeneli
Fotoğraf: Ada Gazetesi