Uzun saçlı sakallı genç adam, basit deri giysisini sıyırıp kıyıya attı.Elinde ucuna sivriltilmiş bir taş bağlamış kamış mızrağıyla denize doğru yürüdü, az ilerde kovuklu kayaların yanı başına gitti. Beline kadar gelen suyun içinde bir taş kadar hareketsiz beklemeye konuldu…
O hareketsizdi ama sağ elindeki mızrağı yay gibi gerilmiş kaslarının kontrolünde savrulmaya hazırdı. Fazla beklemesi gerekmedi. Kasları bir anda çözüldü, mızrak savruldu ve gırtlağından zafer çığlığı yükseldi…
Mızrağını sudan çekti, ucundaki en az iki kilo balığı, biri kucağında biri eteğinde iki çocukla sahile doğru koşan genç kadına neşe içinde salladı…
Bu gün karınları doyacaktı…
Onlarınkinin de aralarında yer aldığı, sazla örülmüş aüaç dallarından yapılmış kulübelerden oluşan köy, bugünkü Kadıköy yöresinden Marmara Denizi’ne doğru uzanan bir yarımadanın tam ucundaydı…
Sonraki 12 bin yıl boyunca denizler 60 metre yükseldi ve genç adamın şimdiki akrabaları artık dört tarafı denizlerle çevrilen kara parçasına Sivriada (Oxeia) adını verdi…