HALKIMIZIN en önemli özelliği nedir diye saymaya başlasam, sanırım “yasakçılığı” ilk üç içine koymam gerekir.
Mehmet Y. YILMAZ/ HÜRRİYET Bu ülkede en özgürlükçü olduğunu düşünenlerin içinde bile bir yasakçı uyur, ortaya çıkacak zamanı kollar
Antalya’da faytona koşulu bir at susuzluktan telef oldu.
Doğal olarak bu olay tepkiye yol açtı. İçinde insani duygular taşıyan herkes tepki duydu.
Hemen imza kampanyası başlatıldı ve “faytonların yasaklanması” istendi!
Dikkat ediniz, ilk tepkimiz bu: Faytonları yasaklayalım!
Kimse oturup meselenin kökenine inmedi. Faytonlara koşulacak atlara nasıl bakılacağı, bunu denetlemekle kimin yükümlü olduğu, hayvan sahibinin ve fayton sürücüsünün uymaya mecbur oldukları kurallar vs.
Oysa mevzuatımız zaten bu işlerin önemli bölümünü düzenliyor.
Sorun, bu mevzuata uymamakta direnenler ve o direnenlere yasaların yaptırım gücünü uygulayacak bürokratların “adamsendeciliği”!
Bunu sorgulamak, bürokratlar da dahil sorumluların yakasına yapışmak yok, “yasakçılık” var.
Çocukluk yıllarımdan beri Antalya’da fayton var.
Antalya’da otomobile hâlâ “makine” diyenlerin olduğu yıllardı.
“Makine” sayısı son derece sınırlıydı, iki-üç tane Cadillac taksi vardı. Toplu ulaşım için dolmuşlar vardı: Zamanın çarpık tekerlekli Skoda pickup’larının kasaları tente ile kapatılır, karşılıklı iki tahta sıra konur, oldu sana dolmuş! Bir de çok miktarda bisiklet ve motosiklet!
Çoğu yere de yürüyerek giderdik zaten.
Bayramlarda okul tatil olup gece otobüsüyle Antalya’ya döndüğümde eğer hava iyiyse üzerinde Pan Am amblemi olan küçük bavulum elimde, eve yürürdüm. Hava yağmurluysa fayton ile sıkı bir pazarlık yapar, bazen aynı yöne gidecek başka bir yolcuyla fiyatı paylaşır eve öyle giderdim.
Sabahın alacakaranlığında atların nal sesleri yankılanır, faytonun yaylarının gıcırtısına, faytoncunun çıkardığı “Dehh, hooo, isss” gibi sesler karışırdı. Atlara kamçı vurulmazdı, kamçı, faytonun arkasına bisikletle asılan çocukları kaçırtmak için tehdit oluşturan bir silahtı sadece.
O yıllarda Antalya, sokakları turunç ve yasemin kokan küçük bir şehirdi.
O güzel küçük şehri, bugünün beton denizine çeviren düzen, faytoncuları da bu hale getirdi.
Atlarına isimleriyle seslenen faytoncular yok artık, ama o eski Antalya da yok.
Eski Antalya yok diye, Antalya’yı yasaklamak istiyor muyuz?
Eski faytoncular yok diye faytonları niye yasaklayalım?
O şehirde, bizlerin vergileriyle maaşlarını alan ve bu işlerin düzgün yürütülmesinden sorumlu bu kadar bürokrat var. Valisi var, kaymakamları, emniyet müdürleri, çevre müdürleri, var oğlu var.
Bunlar maaşlarını hak edecek şekilde işlerini doğru yapsalardı, o atlara öyle kötü muamele yapmaya, sahipleri ya da fayton sürücüleri cesaret edebilir miydi?
Gidin bakın, Büyükada’da, İzmir’de atlar, faytoncular ne şartlar altında yaşıyor.
Büyükada Kaymakamı, benim adaya her gittiğimde gördüğüm rezaleti gördü mü? Görmek istedi mi?
Antalya Valisi, emrindeki memurlarına “Bu atlar ne halde yaşıyor, ahırları en son ne zaman denetlendi, bakım koşulları ne durumda” diye sordu mu?
İzmir Valisi merak etti mi, “Kordon’a faytonlar çok yakışıyor da bu atların durumu ne” diye?
Niye New York’ta, Central Park’ın etrafında turist gezdiren faytonların yasaklanmasını kimse istemiyor?
Bir düşünün, hayvan sevgisi konusunda kim kimi yener: Amerikalılar mı, Türkler mi?
Kimse New York’ta atlara eziyet edildiğini düşünmüyor çünkü.
Biliyorlar ki atlara iyi davranmayan fayton sahibi ya da sürücüsü bunun bedelini kötü öder. Lisansı elinden alınır, ağır para cezasına çarptırılır vs.
At sahipleri ve fayton sürücüleri de biliyorlar ki kötü muameleyi bugün yetkili gözlerden kaçırmayı başarabilseler, yarın kaçıramazlar.
Bizim temel sorunumuz da budur arkadaşlar!
İşlemeyen bir devlet düzenimiz var.
Bir sürü büyük sıfatlı, iyi maaşlı, güzel makamlara ve makam araçlarına sahip yetkilimiz var.
Ama bu yetkililerden ne yazık ki çok ama çok küçük bir bölümü etkili.
Kamu hizmetini bizlere sanki lütuf olsun diye veriyorlar. Sanki devletin, mülkün sahibi onlar, bizler de kiracıyız!
Sorun bu zihniyeti değiştirmekle ilgili.
Bunun ne şu partiyle ilgisi var, ne bu partiyle.
Bu, vatandaşların haklarını koruma bilinçleri ile ilgili.
Kamu görevlilerinin “görevli” olduklarını hiç hatırlamıyor olmaları ile ilgili.
Kendimi bildim bileli idari reformlardan söz edilir, bürokrasinin belinin kırılmasından bahsedilir, arada bir organizasyon ile ilgili düzenlemeler de yapılır.
Ama zihniyet hiç değişmez!
Sağcısı da böyledir, solcusu da, İslamcısı da, milliyetçisi de!
Siyaset sorunları çözmek ve halka hizmet etmek için değil, güç elde edip zenginleşmek için yapılır.
Ve çözemeyeceğimizi düşündüğümüz her şey için bulduğumuz formül de yasaklamaktır.
Beğenmediğimiz fikirlerin de yasaklanmasını isteriz, beğenmediğimiz hareketlerin de.
Bu nedenle “Yassah hemşerim”, bu ülkenin ulusal mottolarından biridir.