Bir zamanlar, Büyükada’da Kadıyoran yokuşunun üst kısmında, küçük bir evin geniş bir bahçesi vardı. Bu bahçede yıllar önce dikilmiş erik, kayısı, yenidünya, nar, ayva, dut, incir, vişne ve zeytin ağaçları bulunurdu. Her yıl bu ağaçlar az ya da çok meyve verir, bahçeye ayrı bir bereket katardı.
Eskiden bu küçük evde dört kardeş, aileleriyle birlikte yaşardı. Bir yaz günü, ailenin en büyüğü adaya geç geldi. Geldiğinde bahçedeki meyvelerin çoğunun toplanmış olduğunu, özellikle de şeftali ağacında hiç meyve kalmadığını görünce çok üzüldü.
Bir gün, alt katta oturan küçük kardeşinin evine indi. Odada bir ara kimse yokken merakla etrafa bakındı; yatağın altına göz atınca iri şeftalilerle dolu birkaç kasa buldu. Meğer küçük kardeşi, adada yaz sezonu başlamadan önce şeftali ağacının bütün meyvelerini toplayıp saklamıştı.
Ailenin büyüğü buna çok öfkelendi. Hemen bahçıvanı çağırdı ve şeftali ağacını kesmesini istedi. Ertesi sabah, kimse görmeden bahçıvan ağacı kesti. O günden sonra o köşede yalnızca kuru bir ağaç gövdesi kaldı; şeftali ağacı bir daha meyve vermedi.
Kardeşler yıllar boyunca hep didiştiler, bir arada iş yapamadılar. Babalarından kalan mal mülk zamanla eriyip gitti. Kardeşler evlerini dışarıdan kişilere sattılar. Evde yalnızca bir kardeşin çocukları kaldı.
Paylaşmayı ve birlikte hareket etmeyi bilmeyen ailelerde, en güzel meyve veren ağaçlar bile kesilir; sonunda herkes kaybeder.
Haluk Direskeneli