Heybeliada’da bir güzel adadan da güzel

Heybeliada’da bir güzel adadan da güzel
Yayınlama: 22.07.2019
Düzenleme: 13.12.2022 15:27
A+
A-

Heybeliada’nın en güzel köşklerinden biri, aynı zamanda 1910 yılında yaşanan bir aşk hikayesinin başkahramanı.

Şimdiki sahibesi Despina İspir ise, hayallerinin peşinden koşan bir kadın. 11 odalı bu köşkü kendi hayalini yaşamak için satın alan ama emekli maaşıyla geçinen biri

Kabataş’taki iskelede beklemeye koyuldum Madam Despina’yı… İlk kez karşılaşacağım için nasıl biri olduğunu bilmiyordum ama bana doğru yaklaşan siyah şapkalı, kırmızı rujlu kadın olduğunu ilk anda hissettim. Rum aksanıyla “Merhaba” dedi. O da beni tanımıştı. Sıcak bir tanışma faslından sonra Heybeliada’ya giden vapura bindik. İkimizi bu güzel yaz gününde bir araya getiren nedene doğru yola çıktık. Madam Despina yolda adaların hikayesini anlattı bana. Sanki İstanbul’a bu kadar yakın bir yere gitmiyorduk da, başka bir ülkeye doğru yol almıştık. Öylesine uzaklaştık şehrin yorucu stresinden. Sanat tarihi okuyan Madam Despina’nın anıları, eski İstanbul’a dair anlattıkları, Rumların hikayeleri derken vaktin nasıl geçtiğini anlamadan Heybeliada’ya vardık. Heybeliada’ya ayak bastığımız an denizin, ardından çam ormanlarının kokusu benliğimizi sardı. Eski bir romanın sayfalarını karıştırır gibi hissettim kendimi… Yavaş yavaş adaya geliş nedenimize, Madam Despina’nın köşküne doğru yürümeye başladık. Ahşap evler, birbirine selam vermeden yürümeyen insanlar, martı sesleri ve yanımızdan geçen faytonlar eşliğinde köşke ulaştık. Tam da hayal ettiğim gibiydi. Dört katlı, ahşap, kocaman bahçesi olan bu köşkün içine girmeden ısındım. Bazı evlerin karakterleri vardır. Bu da onlardan. Baktıkça nefes alıyor, ruhu var gibi hissediyor insan. Yüzyılı deviren yaşı kadar anı biriktirmiş, o anılarla güzelleşmiş bir köşk… Kapıyı açar açmaz keskin bir ahşap kokusuyla selamlıyor misafirlerini. Ve geçmişe yolculuğa davet ediyor. Kapıyı kapatıp içeri girdiğiniz andan itibaren, zamanda 70 yıl geriye gidiyorsunuz. Mobilyalar, duvardaki resimler, döşeme, aksesuarlar sanki bir antika dükkanında hissi veriyor. Bugüne dair tek bir detay yok bu köşkte. Despina İspir, köşkün son sahibesi… Emekli maaşıyla geçinen ama böyle bir köşke sahip olduğu için ruhen çok zengin bir kadın o. Adanın en güzel yerlerinden birine sahip olmak için yaşadıkları, bu köşkün yapılış hikayesi, orada geçen hayatlar hepsi ayrı ayrı ilgimi çektiği için Heybeliada’dayım. Bazen sokaktaki bir insanın, önünden geçip gittiğimiz bir yerin bilinmeyen hikayesidir ya hayat… Bazen der ya insan kendi kendine “Hayatımı anlatsam roman olur”… İşte bu romanın peşindeyim bu kez…

– Bu evi alış hikayenizle başlamak istiyorum. Bir oğlunuz var ama tek yaşıyorsunuz, 11 odalı koca bir evi neden satın aldınız?

– Bunu anlatabilmem için biraz annemden söz etmem gerekiyor.

– Buyrun lütfen. Merakla dinliyorum…

– Annem Lozan Antlaşması sonrasındaki mübadele sonrası Kastamonu’dan İstanbul Büyükada’daki yetimhaneye gönderilmiş. Anne ve babası sürgün edilmiş ve onlara ne olduğunu bilmeden öldü. Yetimhaneye geldiğinde küçük bir çocukmuş. Güzel, kıvırcık saçlı, sevimli… Fransız Amiralli Ailesi annemi yetimhaneden almış. Ve ömrü boyunca Fransız kültürüyle büyümüş. Hiç okula gitmeden, Fransızca ve Rumca’yı öğrenmiş. Babam da Samsunlu. Babam da oradaki olaylar sonrasında Heybeliada’ya gelmiş.

– Annenizle nasıl tanışmış?

– Tanıdık vasıtasıyla tanışmışlar ve evlenmişler… Annem babama göre daha Avrupai’ydi. Çok iyi bir hayat yaşadılar ve biz doğduk. Annemi hep topuklu ayakkabılarıyla, şapkalarıyla, havasıyla hatırlıyorum. Hep ona gıpta ederdim. Annemin bu Fransız etkisi bana da geçmiş. Her tayyörüme uygun bir şapkam vardır. Hep bir nostalji havasında ve ruhunda yaşarım. Gençliğimden itibaren böyleydim. Şapkalar takar çıkardım sokağa, insanlar “Bu ne?” diye bakardı… Umurumda olmazdı. Eski olana, tarih kokana ilgim vardı… Eski konaklara, evlere bakar hayaller kurardım.

GEMİCİ MARİA’YA AŞIK OLDU

– Şimdi anlıyorum. Siz bir hayali gerçekleştirmek için satın aldınız bu evi… Yanılıyor muyum?

– Aynen öyle oldu. Gençliğimden beri maksiler, şapkalar seven biriydim. Halbuki modayla alakam yoktu, radikal olmak istiyordum. Bu evi alırken de sanırım radikal davrandım. Bu evin yerine üç daire alıp, gül gibi geçinirdim. Ama istemedim, bu ev benim bir idealimdi.

– Böyle evlerin hikayeleri de olur. Bu evin bir hikayesi var mı?

– Olmaz mı… Heybeliada’da 1910 yılına has, hiçbir şey değişmeksiniz kalan ve bilinçli olarak korunan tek ev budur. Hollandalı bir gemici ticaret için İstanbul’a geliyor. Adaya gezmeye geldiğinde Helen güzeli Maria’yı görüyor ve âşık oluyor. Maria, adanın önde gelen ailelerinden birinin kızı. Zarifi Ailesinden olduğunu sanıyorum. O zamanlar insanlar bakışlardan âşık oluyor. Elini tuttuğunda kalp atıyordu. Şimdi size bunlar komik geliyordur. Neyse uzatmamayım lafı… Gemici, bu güzele evlenme teklif ediyor. Heybeliada’da bir ev yapmaya karar veriyor. Evi Rum ustalara yaptırıyor. Hatta ticaret için İstanbul’a getirdiği gemisini paramparça ettirerek, tahtalarını ev yapımında kullanıyor. Bu aşk hikayesiyle başlanıp yapılan evde Hollandalı gemici ve Helen Maria yıllarca yaşamış. Evlerinde o dönemin ünlü isimlerini ağırlayıp, yemekler vermişler. Ruhban Okulu’nda bir kilise vardır. Her yıl Kilise Günü’nde Yunan Konsolosu, Ruhban Okulu’na gelir ziyaret edermiş. O ziyaretinden sonra bu eve uğrarmış.

GÖZLERİMİN ÖNÜNDE YANDI

– Gemici ve güzel Maria’dan sonra kimlerin eline geçmiş ev?

– Onlardan sonra bu evlerden arka arkaya başka Rum aileler yaşadı. Ta ki 1955’teki 6-7 Eylül olaylarına kadar. Teker teker insanlar gitmeye başladılar Adalar’dan ve İstanbul’dan. 1960 yılında hükümet son kalanları da gönderince bu ev el değiştirdi. O dönem Adalar‘da gayrimüslimler yaşıyor. İstanbullular Adalar’a pek rağbet etmezdi. Genelde Haliç, Sadabat, Boğaz tercih ediliyordu. Onun için tüm kasırlar, saraylar Boğaz’da ve Haliç’tedir. Osmanlı’dan kalan hiçbir eser Adalar’da yoktur. Prenses Adalar’ı diye geçer ve herkes, Bizans İmparatorluğu zamanında prenseslerin sayfiye yeri olduğunu sanır. Aslında öyle değil. Burası esir bölgesiydi.

– Gönül Hanım isimli bir hanıma geçti. O dönemi hatırlıyorum. Gönül Hanım zengin ve  kumarbaz biriydi. Oğlu vardı, o da annesi gibiydi. O zamanlar kocam Heybeliada Kilisesi’nin papazıydı… O nedenle adada kışın da kalıyorduk. Bir kış günü, “Burgazada açıklarında bir kadın intihar etti ve boğuldu” dendi. O kadın Gönül Hanım’dı. Ondan sonra evi Siirtli biri aldı. Koz Ecza deposunun sahibiydi. Adam 51 yaşında ölünce arkasında çok servet bıraktı. Adadaki bu ev, o servetin yanında bir hiçti. İyi ki anlamadılar kıymetini de, bana kaldı.

– Sizin çocukluğunuz nerede geçti?

– Ben Aksaray Langa çocuğuyum. İlkokula Aya Todori Kilisesi’nin ilkokulunda başlayacaktım. Büyük bir heyecanla okula başlamayı bekliyordum. Okula ilk gittiğim gün 6-7 Eylül olaylarının başlangıcıydı. Kiliseyi yaktılar. Haliyle okulun da bir kısmı yandı. Gözlerimin önünden gitmez bunlar… Sonra Rum Ortodoks Okullarında okudum.

BİR SENE

Hangi birikimle bu evi satın alabildiniz?

– Adalıydım zaten. Bir dairem vardı adanın yukarısında. Onu sattım, Büyükada’da taş bir ev aldım, o zamanlar çok ucuzdu. Dört yıl uğraşıp, onu yaptım. Sonra annem ölünce ondan bir ev kaldı. Annemin evini ve kendi Büyükada‘daki evimi satıp, parayı birleştirdim ve 2008’de bu evi aldım. Evin önünden geçerken hep özenle bakardım. Satılığa çıktığında, niyetlendim ve bir yılda aldım. Aldığımda ev felaket durumdaydı. Eski haline hiç saygı göstermemişlerdi, beyaz fayanslarla kaplanmıştı, ahşapları mürdüm rengine boyamışlardı.

– Evin içini de orijinaline sadık kalarak yenilemişsiniz. Dekorasyona değinmeden geçemeyeceğim, eşyaların tamamı antika sanırım…

– Bir sene uğraştım bu evle. Sekiz ayda dışını yaptırdım, dört ayda içini. 11 odası var. Bana “Tek başına 11 odayı ne yapacaksın?” dediler. “Size ne? Kendimi Kraliçe Elizabeth gibi hissediyorum bu evde” dedim. Harika yıllar yaşadım burada. Çukurcuma, Sıracevizler, Horhor’da Despina diye kime sorsanız tanır. Çünkü bu evin her köşesini oradan aldığım antika eşyalarla donattım. Az paralarla, gidip gelip, küçük parçaları alıp adaya getirerek emek harcayarak döşedim. Burada çoluk, çocuk, torunlar istedim ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Oğlum Atina’ya yerleşti. Şimdi satıyorum. Ama ben keyfimi yaptım bu evde. Torunum olmadı ama neler neler oldu bu evde… Mesela oğlumun düğününü yaptım. Faytonu süsledim, beyaz güller çiçeklerle… Ada böyle düğün görmedi. Evimin bahçesinde eğlence oldu. Zengin değilim ama bu ev sayesinde harika yıllar yaşadım.

ADAGAZETESİ – Heybeliada Tarih

Bir Yorum Yazın

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.

Exit mobile version