Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva ile görüştü.
İletişim Başkanlığı’ndan yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı: Görüşmede, İsrail ile Filistin arasında şiddeti giderek artan çatışmalar ve sükunetin sağlanması için yapılması gerekenler konuşuldu.
Cumhurbaşkanımız Erdoğan görüşmede, Türkiye’nin kalıcı barış için ortaya koyduğu çözüm önerilerini paylaşarak hiçbir ülkenin ateşe körükle gitmemesini ve insani yardımlar konusunda da herkesin insan hakları çerçevesinde somut adımlar atması gerektiğini ifade etti.
‘Garantör ülkeler sorumluluk alsın’
DİDEM ÖZEL TÜMER – Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Türkiye’nin kalıcı barış için iki devletli ve garantörlük mekanizmasıyla desteklenen önerisini anlattı. Uluslararası toplumun iki devletli çözüme İsrail’i zorlaması gerektiğini belirten Fidan, Türkiye’nin garantörlüğü önerdiğini söyledi. 7 Ekim’deki Aksa Tufanı Operasyonu’nun başta İsrail olmak üzere herkes için sürpriz olduğunu söyleyen Fidan, İsrail topraklarına girenlerin sadece Hamas değil, diğer gruplar ve sivil unsurlar da olduğunu kaydetti. Fidan, “Bu, İsrail güvenlik sistemindeki zaafiyeti ortaya çıkaran, uzun yıllar tartışılacak olan bir konu” ifadelerini kullandı. Fidan özetle şunları söyledi:
İSRAİL AYRIM GÖZETMEDİ: Batılılar Hamas’ı terör örgütü olarak tanımladığı için her türlü faaliyetini terör çerçevesinde değerlendiriyorlar. Biz ise hiçbir kesimin sivilleri hedef almaması gerektiğini söylüyoruz. İsrail geçmişte de yaptığı üzere, misilleme yaparken yine hiçbir ayrım gözetmedi. Gerek Amerikalılara gerek İsraillilere gerek diğer taraflara sivillere yönelik tavırdan ciddi endişe duyduğumuzu belirttik.
ÇALIŞMALARDA İKİ KULVAR: Birincisi, İsrail’in misillemesiyle başlayan çatışmalarda, tarafları sivillerin daha fazla zarar görmesini önleyecek tavırlar almaya davet ediyoruz. Sivil nüfusu korkutarak bulundukları yerlerden, özellikle Gazze’nin kuzeyinden güneyine doğru hareket ettirmesi de kabul etmediğimiz bir şeydir. Sivillere yönelik saldırıların durması, Gazze’ye insani yardımın girmesi ve sivillerin mümkün olduğunca az etkilenmesine yönelik muhataplarımızla neler yapabiliriz, onun çalışmaları var. İkinci kulvarda da, bu sarmal durduktan sonra, bunun yaygınlaşmaması için ne yapmamız lazım ve bu kriz aslında kalıcı bir barış için fırsata dönüştürülebilir mi? Bunun arayışları içerisindeyiz, bu fikri muhataplarımıza aktarıyoruz.
ABD DE İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM İSTİYOR: İsrail bugüne kadar iki devletli çözüm sürecini askıya aldı. Filistinlilerle değil, diğer Arap ülkeleriyle barış yapmayı kendisine esas meşguliyet edindi. Çünkü onların perspektifinde sivil Filistin devleti yok. Neden yok? Daha önce İsrail, Araplar ve bölgedeki diğer ülkeler tarafından kabul edilmek gibi bir sorunla karşı karşıyaydı. Varlığı kabul edilince, bu sefer diğerini kabul etmemek daha kolay hale geldi. Amerikalılarla yaptığım görüşmede de gündeme getirdim, onlar da, “Biz de iki devletli çözüm istiyoruz” diyorlar. Ama, İsrail, eleştirilere aldırmadan kendi politikalarını ilerletmeye alışkın bir ülke.
BÖLGE ÜLKELERİ FİLİSTİN’İN GARANTÖRÜ OLMALI: İki devletli çözüme İsrail’i zorlayacak bir tavır içerisinde olması gerekiyor uluslararası toplumun. Bölgedeki ülkeler, Arap Ligi, İslam İşbirliği Ülkeleri Teşkilatı (İİT) buna önem vermeli. Filistin tarafına garantör olacak ülkelerin bölgeden olması gerektiğini telkin ediyoruz. Buna Türkiye de dahil. İsrail için de başka ülkeler garantör olsunlar. Her iki tarafın da mutabık kalacağı bir antlaşmaya varıldıktan sonra, bunun gereklerinin yerine getirilmesi hususunda garantör ülkeler sorumluluk üstlensin. İsrail bölgede kalıcı barış istiyorsa, kendisinin de güvenliğini istiyorsa, Filistinlilerin bir devleti olmalı. Hem Filistinliler hem de diğer devletler buna razı olacaklar. Ancak bu tür kompozisyonla kalıcı bir barış ortaya çıkar. Aksi taktirde Amerika ve Batı’nın askeri desteğiyle, siyasi desteğiyle belirli bir miktar caydırıcılık olur, güvenlik sorununu sadece ötelersiniz, biraz bastırırsınız. Ama barış garantiye alınmadıkça, hiçbir zaman için bölgedeki İsrail devleti ve halkı kendisini emniyette hissedemez. Kendisini sürekli emniyete alma adına sürekli başkalarına zulüm etme, şiddet uygulama ihtiyacı hissedecek. Bu sarmal kendiliğinden sürekli dönecek.
‘İki devletli çözüm olmalı’
DAHA İYİSİ VARSA DEĞERLENDİRİRİZ: Bunu (garantörlük) çok dar bir halkada konuşuyoruz. İİT toplantısında daha geniş bir halkada dillendireceğim. Bu bir tekliftir, daha iyi teklifleri olan varsa onları da biz tabi ki değerlendiririz. Ama önemli olan bu krizi vesile bilerek iki devletli çözümü hayata geçirme yolunda adım atmaktır. Bölgeye kalıcı barışı getirmektir. Çıkış noktamız şu: Bu konunun sorumluluğunu, bölge ülkeleri üstlenmeli. Yani eğer Filistinliler içerisinde bu anlaşmanın hilafına davranacak olanlar varsa, bu ülkeler tavır koymalı. Tersi de diğer taraf için olmalı. Bu perspektif geliştirilebilir. (BM çatısı altında mı garantörlük?) Biz ana fikri ortaya koyuyoruz, sistematiğin ayrıca tartışılması gerektiğini söylüyoruz.
Bölgede Türkiye etkisi
TALEPLERİN % 95’İ KARŞIDAN: Yaptığımız görüşmelerin yüzde 95’i karşı tarafın talebi üzerine oldu. Bu Türkiye’nin önemini, ülkemizin görüşüne duyulan ihtiyacı ortaya koyan bir durum. Çinliler ve Ruslar, BMGK üyesi oldukları için onların ortak bir tutumda anlaşıp bir şey çıkarması önemli. Çin’in geçmişe kıyasla bölge meselelerine daha aktif ilgi duyması da dikkati çeken bir durum. Filistin meselesinde görüşlerimiz büyük bir ölçüde örtüşmekte. Temel problem uluslararası sistemin somut bir pozisyon geliştirememesi. Bunun aşılması için çalışıyoruz.
‘Kınamayı geçmiyor’
TAVIRA DÖNÜŞTÜRME EKSİKLİĞİ: ABD merkezli sistem, kendi hilaflarına bir pozisyon olduğu zaman savaş öncesinde hemen yaptırım vesaireyi gündeme getiriyorlar. Ama işin içinde İsrail varsa, yıllardır kınamadan öteye geçilemiyor. Gazze’de, Batı Şeria’da ve diğer yerlerde Filistinlilerin topraklarını gasp etmeleri, iki devletli çözüme izin vermemeleri, Kudüs’ün pozisyonunu değiştirme çabaları karşısında hiçbir şey yapılmıyor. Sorun tespit ediliyor, sorunun etrafında büyük bir konsensüs oluşturuluyor fakat bu, bir türlü bir tavra dönüştürülemiyor. Dönüştürülemediği için de diğer tarafın kendi politikasını değiştirmesi için bir sebep de yok. Biz muhataplarımızla görüşmelerimizde, bu gerçeğin altını sürekli çiziyoruz.