Yaklaşık 1400 yıl önce, 150 civarında göçmen Medine’ye hicret etmişti. Onları karşılayan Ensar sayısı 15.000 idi; yani gelen göçmenler yerleşik nüfusun yalnızca yüzde biri kadar bir orana tekabül ediyordu. Oysa bugün Türkiye’de durum çok farklı: 80 milyonluk nüfusa karşılık 17 milyondan fazla mülteci ve göçmenle karşı karşıyayız. Bu devasa ölçek, toplumsal dengelerimizi sarsıyor.
Toplumda artan huzursuzluk, 2. Dünya Savaşı öncesi Nazi Almanyası’na benzetilebilecek bir tehlikeyi akla getiriyor. Milliyetçi grupların mültecilere saldırması, dükkânların yağmalanması ihtimali artık uzak bir senaryo değil. Doğal afetler—deprem, sel, yangın—gibi kırılgan dönemlerde, organize olmuş mülteci gruplarının suç faaliyetlerine yönelme olasılığı da toplumda endişe yaratıyor.
Ne yazık ki, Türkiye’deki mültecilerin büyük kısmı Türkçe öğrenme ve topluma uyum sağlama konusunda istekli görünmüyor. Kendi yerel dillerini, kültürlerini ve kapalı yaşam tarzlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Kadınlar çoğu zaman eve hapsedilmiş, zayıf ve edilgen görünüyor. Sağlık ve sosyal yardımlarımızı en yoğun kullanan kesim olmalarına rağmen, topluma katkı sağlayacak bir dönüşüm yeterince gözlemlenemiyor.
Almanya örneği ise oldukça farklı. Oraya göç eden Suriyeli ve Afgan mülteciler, kısa sürede dil kurslarına katıldı, çocuklar okulda kusursuz Almanca öğrenerek topluma entegre oldu. Çalışkanlık, dakiklik, iş ahlakı gibi Alman değerlerini benimsediler. Almanya’ya kabul edilenlerin çoğu eğitimli, şehirli ve topluma uyum potansiyeli yüksek bireylerdi.
Türkiye’deki tablo ise ne yazık ki daha sorunlu. Eğitim seviyesi düşük, entegrasyon niyeti sınırlı, nüfus artışı hızlı. Bu da geleceğe dair kaygıları büyütüyor.
Büyükada, tarih boyunca çok kültürlü yapısıyla öne çıkan bir mekândır. Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Levantenler ve Türkler burada yüzyıllar boyunca bir arada yaşamış, farklı inanç ve gelenekleri görece barış içinde sürdürmüştür. Ada’nın çok katmanlı kültürel hafızası, bize uyum ve birlikte yaşamanın mümkün olduğunu hatırlatır.
Bugün Büyükada sokaklarında yürürken hâlâ eski köşklerin pencerelerinden bu çeşitliliğin izlerini görebiliriz. Ancak günümüzün mülteci krizinde, benzer bir uyumun gerçekleşmesi için sadece tarihsel hoşgörü mirasına güvenmek yetmez. Sistematik bir entegrasyon politikası gerekir. Dil eğitimi, mesleki beceri kursları, sosyal uyum programları olmadan, toplumla mülteciler arasındaki mesafe büyümeye devam edecektir.
Büyükada’nın çok kültürlü geçmişi, Türkiye için bir ilham kaynağı olabilir. Farklılıkların bir arada yaşayabileceği, ortak değerler etrafında birleşebileceği bir düzen mümkün. Ancak bunun için akılcı, planlı ve kararlı bir göç politikası şarttır. Aksi halde, Ada’daki barışçıl mirasın tam tersi bir kutuplaşma ve çatışma ortamına sürüklenmemiz olası olacaktır.