Salıncağın Hikâyesi

Salıncağın Hikâyesi
Yayınlama: 25.09.2025
Düzenleme: 11.10.2025 09:19
A+
A-

Büyükada’da bahçelerde salıncaklar vardır. Bunlar genellikle basit, fazla yüksek olmayan, iki kişinin yan yana rahatça oturabileceği yapıdadır. Çocuklar için yüksek salıncaklar pek yoktur ya da çok azdır. Yüzyıl önce Birlik Meydanı’nda kurulan lunaparkta muhtemelen yüksek halatlı döner salıncaklar vardı. Silik sepya fotoğraflarda o günlerden bazı kareleri görebiliyoruz. Salıncak dikkatli kullanılırsa çocuklar için güzel bir eğlencedir.

Romantik opera eserlerinde mutluluk çoğu zaman bir salıncakla anlatılır. Sahneye yukarıdan aşağıya sallanan, yüksek halatlı klasik bir salıncak indirilir. Başrol primadonna bu salıncağa oturur, baş erkek karakter ise onu sallar. Elbette bu sahneleme mutlak değildir; yönetmenin tercihine bağlıdır. Ankara Opera Sahnesi’nde ve İzmir Elhamra Operası’nda sahneye kurulmuş salıncak düzenekleri vardır ve sık sık kullanılır. Mozart operalarında salıncağı çok kez görürsünüz; Figaro’nun Düğünü, Aşk İksiri, Saraydan Kız Kaçırma operalarında buna rastlamak mümkündür.

Ancak bu, zor bir yorumdur. Çünkü salıncakta sallanırken şarkı söylemek kolay değildir. Sanatçının diyaframı rahat çalışmaz; otururken karın bölgesi sıkışır, ses zor çıkar. Çoğu sanatçı bir an önce salıncaktan inmek ister. Yine de salıncak, izleyiciye sevinci, mutluluğu ve özgürlük duygusunu güçlü bir şekilde yansıtır.

Yıl 1959. Kırıkkale’ye yeni taşınmışız. Henüz sekiz yaşındayım, ilkokul ikinci sınıfa başlayacağım. Babam ilçenin en genç hâkimi. Bir akşamüstü, adliyedeki en yaşlı ve bilge hâkim Abidin Bey’in evine ailece misafirliğe gidiyoruz. Toprak Mahalle’deki tek katlı bir evde kiracı olarak oturuyorlar. Evin bahçesinde büyük bir ağaç var; yüksek dallarından birine sağlam bir salıncak asılmış. Evin en küçük çocuğu, 12 yaşındaki Faruk, salıncağını kullanmama izin veriyor.

Evlerimiz yakındı. Yaz tatiliydi, okul yoktu. Her gün onların evine gidiyor, o salıncağa biniyordum. Salıncak bana uçma hissi veriyordu; özgürlük ve mutluluk katıyordu. Faruk ara sıra gelir, sırasını alır, kısa süre sonra iner, ben tekrar binerdim. Kalın urgandan yapılmış, çok yüksek bir dala bağlanmıştı. O sıralar Kırıkkale’de bize yakın çevrede park da, salıncak da yoktu.

Her akşamüstü Faruk’un sinema yıldızı kadar güzel ablası bizi yakındaki fırına sıcak ekmek almaya gönderirdi. Getirdiğimiz ekmeği dilimler, üzerine tereyağı ve reçel sürer, bize ikram ederdi. Sonra günler geçti, bilge hâkim Abidin Bey’in tayini Ankara’ya çıktı. Aile taşındı, ev boşaldı. Yeni kiracılar salıncağı söktü. Ben salıncaksız kaldım.

Yıllar sonra… Şeker Şirketi Etimesgut Ankara Makina Fabrikası’nda çalışıyorum. Personel için lojmanlar yapılmış, evli mühendislere dağıtılmıştı. Çocuk çoktu ama salıncak yoktu. Ankara’da yalnızca Güvenpark’ın köşesindeki bir çocuk parkında salıncak bulunurdu. Bir gün oraya gidip salıncağın krokisini çizdim, bir ressama ölçülendirdim. Sağlam üçayak düzenek, kalın tahta oturak ve zincir askılarla basit ama işlevsel bir çizimdi. Yönetimden izin aldık; hurdaya ayrılmış çelik boruları değerlendirip bir salıncak yaptık.

İlk salıncak çok beğenilince daha fazlasını yaptık. Her lojmanın önüne birer salıncak koyduk. Çocuklar gün boyu salıncağa biniyor, sıra beklemiyordu. Oğlum da çocukluğunda sabahtan akşama kadar uçar gibi salıncağa binmiş, en güzel anılarını orada biriktirmişti.

Zamanla başka fabrikalar da kendi lojmanları için salıncak talep etti. Teknik resmi onlara da gönderdik. Çizim şirketin dışına taşındı, uzaklardaki fabrikalara kadar ulaştı.

Ben çocukken salıncaksız kalmıştım. Çocuklar salıncaksız kalmasın.

Haluk Direskeneli

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.