Bir düşünün: Türkiye’nin karar verici mekanizmalarında bulunan, kanun yapan, bütçe ayıran, ülkenin geleceğine yön veren her isim… Hepsinin gençlik anılarında, sırtında bir çanta, cebinde sınırlı bir bütçeyle, bir otobüs bileti ya da tren pasosuyla Avrupa, Amerika veya Asya’da en az dört hafta geçirdiği bir deneyim olsaydı? Üstelik bu gezide en az on iki müze ve birkaç opera veya klasik müzik konseri ziyareti de mecburi olsaydı?
Kulağa ütopik bir hayal gibi geliyor olabilir, ancak bu fikir, belki de içinde bulunduğumuz siyasi iklimin en büyük açmazlarına çözüm olabilecek kadar güçlü. Çünkü bu, sıradan bir turistik gezi değil, bir “gerçeklik eğitimi”dir. Sırt çantasıyla seyahat etmek, kişiyi konfor alanından çıkarır ve hayatın ham gerçekliğiyle yüzleştirir.
Böyle bir deneyim, karar alıcılar için üç temel katkı sağlar. İlki, empati kurmayı öğretir. Cebindeki parayla üç öğün yemeği, kalacak yeri ve ulaşımı idare ettirmeye çalışan bir genç, bütçenin kıymetini ve israf etmemeyi öğrenir. Farklı ülkelerde hostelde kalmak, pansiyonda misafir olmak, sokakta yardım istemek; “öteki” kavramını soyut bir tehditten çıkarıp insani bir düzleme indirger.
İkinci olarak, zorunlu müze ve konser ziyaretleri sayesinde tarihsel ve kültürel derinlik kazanılır. Londra’daki Imperial War Museum, Berlin’deki Checkpoint Charlie, Washington DC’deki Holocaust Museum veya Tokyo’daki Barış Müzesi’ni gezen bir insan, savaşları ve siyaseti sadece “zafer” ve “hezimet” üzerinden değil, insanlık dramı üzerinden de okumayı öğrenir. Aynı şekilde Viyana’da bir opera, Berlin’de bir senfoni ya da Milano’da bir klasik müzik konseri dinleyen bir lider, sanatın toplum üzerindeki birleştirici ve dönüştürücü gücünü hisseder. Bu, hem diplomasi diline hem de toplumsal vizyona yumuşaklık ve derinlik katar.
Üçüncü katkı ise pratik farkındalıktır. Avrupa’da trenle şehir değiştiren biri, ulaşım ağlarının önemini ve verimliliğini bizzat deneyimler. Japonya’da metro haritasını çözen bir yolcu, kendi ülkesindeki toplu taşıma sorunlarına yaratıcı çözümler önerebilir. İsviçre’de bir tren istasyonunun, Kanada’da bir milli parkın temizliğini gören bir lider, “temiz çevre”nin hayal değil, uygulanabilir bir politika olduğunu kavrar.
Elbette itirazlar olacaktır. “Bu bir ayrıcalık, her gencin gücü yetmez” denebilir. Doğrudur. Ancak amaç, lüks tatil değil, en ekonomik şekilde halkın arasına karışmaktır. Devlet, bu deneyimi “kamu görevlisi yetiştirme” programının bir parçası haline getirebilir. “Dört hafta seyahat iyi insan olmaya yeter mi?” sorusu da haklıdır. Tek başına yeterli olmayabilir, ancak karar verirken “acaba orada nasıl?” sorusunu sorduracak bir ufuk açar.
Bu öneri, bir seyahat zorunluluğundan çok daha fazlasıdır. Farklılıklarla bir arada yaşamayı deneyimleyen, tarihin çeşitli coğrafyalarda farklı yazıldığını gören, sanatın evrensel dilini konser salonlarında hisseden ve sınırların aslında ne kadar yapay olduğunu bir otobüs yolculuğunda kavrayan bir nesil, ülkeyi yönetirken daha dirayetli, anlayışlı ve ileri görüşlü olacaktır. Belki de dünya barışı ve daha yaşanılır bir Türkiye için ihtiyacımız olan şey, diplomalardan önce sırt çantaları, müze giriş biletleri ve konser salonu koltuklarıdır. Çünkü dünyayı anlamak, onu daha iyi bir yer yapmanın ilk adımıdır.
⸻
Haluk Direskeneli