Hediye Kültürü ve Etik Erozyon: Kamu–Özel Sektör İlişkilerinde Değişen Dengeler

Hediye Kültürü ve Etik Erozyon: Kamu–Özel Sektör İlişkilerinde Değişen Dengeler
Yayınlama: 09.11.2025
A+
A-

Eskiden, yılbaşı ve bayram gibi özel günlerde, özel sektör projelerinde yetkili konumda bulunan kamu görevlilerine, “bize problem çıkarmasınlar” düşüncesiyle abartılı hediyeler verilirdi. Bu durum, sektörde neredeyse yazılı olmayan bir gelenek haline gelmişti. Hediyenin büyüklüğü çoğu zaman, şirketin kamu nezdindeki işinin önemine paralel olurdu.

Ben de o dönemde, çalıştığım özel şirket adına birçok kişiye hediye dağıttığım günleri hatırlıyorum. O yıllarda bu tür uygulamalar kimsenin pek yadırgamadığı, hatta doğal karşıladığı davranışlardı. Ancak bir seferinde, o gün yerinde olmayan bazı yetkililerin, daha sonra hediye almadıkları için problem çıkardıklarına tanık oldum. Bu olay, sistemin ne kadar kırılgan ve keyfî işlediğini açıkça göstermişti.

Günümüzde ise kamu sektöründe çalışanların eski prestiji kalmadı. Artık “yatırım yap, nasıl yaparsan yap” anlayışı giderek yaygınlaşıyor. İzinler, teşvikler, onaylar artık kolay alınıyor. Kamu denetiminin yerini kişisel çıkar ilişkileri, etik ilkelerin yerini ise pragmatizm aldı. Ancak yine de özel sektör, hızlı ilerlemek uğruna kimi zaman denetim süreçlerini aşmak isterken; kamu tarafı da bürokratik gücünü korumak adına bu dengesiz ilişkiyi sürdürmeye devam ediyor.

Abartılı hediyeler vermek ya da almak etik değildir. Abartılı hediyeler almaya mecbur kalmak da zor bir durumdur. Pahalı hediyeler vermeye veya bunları kabul etmeye zorlanmak hiçbir şekilde kabul edilemez.

Diyeceksiniz ki, “Sadece bizde mi?” Hayır, dünyanın hemen her yerinde benzer durumlar yaşanıyor. Ancak her durumda sonunda kaybeden toplum oluyor. Sağlıklı bir ekonomi, karşılıklı çıkarların değil, karşılıklı güvenin üzerine kurulur. Hediyenin yerini şeffaflık, kişisel ilişkilerin yerini kurumsal etik almadıkça, kamu–özel sektör ilişkileri gerçek anlamda olgunlaşamayacaktır.

Bir Ada Dersi: Büyükada ve Etik Dengeler

Büyükada ve diğer Adalar, geçmişten bu yana karşılıklı saygı, nezaket ve güvenin hâkim olduğu küçük ölçekli ama anlamlı sosyal ilişkilerin güzel örnekleridir. Burada insanlar birbirini isimle tanır, selam verir, yardım eder. Kimse kimseye çıkar gözeterek yaklaşmaz; komşuluk, dostluk ve toplumsal dayanışma değerleri ön plandadır.

O nedenle Adalar, hem İstanbul’un kalabalığı içinde bir nefes alanı hem de etik davranışın, karşılıklı saygının ve insani ölçülerin hâlâ korunabildiği nadir yerlerden biridir. Bugün kamu–özel sektör ilişkilerinde yeniden güven ve saydamlık tesis etmek istiyorsak, belki de bu küçük toplulukların doğallığından, ölçülülüğünden ve insana dayalı etik anlayışından ilham almak gerekir.

Yazar: Haluk Direskeneli

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.