Yıkık Iliasko Yalı Köşkü (Trocki’nin evi) Çankaya Caddesi’nden kuzey sahiline uzanan Hamlaci Sokağı’nda, bakımsız bahçesi içerisinde ayakta durmaktadır.
Bu ev ismini, ilk sahibi olan Rum bankacı Konstantinos Iliasko’dan almaktadır; ikinci sahibi ise, Arab İzzet Paşa’dır. Leon Troçki ise Rusya’dan sürülmesinin ardından, otobiyografisini ve Rus Devrim Tarihi adlı kitabını yazdığı bu evde, 1929-33 yılları arasında yaşamıştır.
Troçki Büyükada’da geçen sürgün günlerini, adayı terketmesinden kısa bir süre sonra kaleme aldığı “Prinkipo’ya elveda” adlı denemesinde anlatmıştır:
“Prinkipo [Büyükada] bir huzur ve unutkanlık adasıdır. Dünyada süren hayat buraya uzun gecikmeler sonunda ulaşır. Prinkipo, Özellikle, tamamen ıssız hale geldiği ve çullukların parklarda görülmeye başladığı sonbahar ve kış aylarında, yazı yazmak için ideal bir yerdir. Burada herhangi bir tiyatro olmadığı gibi sinema da bulunmaz. Otomobil kullanmak yasaktır. Dünyanın herhangi bir yerinde buraya benzer bir yer daha var mıdır? Evimizde telefonumuz yok. Aniran eşeğin sesi, sinirler üzerinde yatıştırıcı etki yaratıyor. Deniz hemen pencerenizin altında uzandığı ve denizden kaçabilecek hiçbir yeriniz olmadığı için , Büyükada’nın bir ada olduğunu bir an olsun unutmanızın imkanı yok. Taş duvardan on metre ötede balık, elli metre ötede ise istakoz yakalıyoruz. Denizin haftalarca göl kadar sakin olduğu oluyor.”
Troçki, boş zamanının çoğunu Rum balıkçı olan Pavlos Haralambos eşliğinde balık tutarak geçirdi.
Her an düşmanları tarafından düzenlenmiş bir süikast girişimine maruz kalma tehlikesi içirisinde yaşadığı için, kendisine Rus korumaları da eşlik ediyordu.
Mina Urgan, “Bir Dinozorun Anılar”ı adlı kitabında, kendisine daha yakından bakabilmek umuduyla, bir gün nasıl Troçki’nin teknesine doğru yüzdüğünü anlatmıştır.
“Önemli hatırlarımdan iki tanesini anlatmak istiyorum. Birincisi, on dört yaşımdayken Trocki’yi yakından görmem. Kendisi Nizam Caddesi’nde, denize uzanan bir bahçesi olan bir evde yaşıyordu. Hiçbir zaman sokaklarda dolaşmaz ancak her gün küçük bir tekneyle balık tutmaya giderdi. Bir gün, açıkta yüzerken, Trocki’nin teknesini gördüm. Bu kayığı uzaktan dahi olsa tanıyabilirdik çünkü teknenin her iki ucunda silahlı Rus korumalar dururdu. Ortadaki Rum balıkçı kürek çekiyor, Trocki ise elinde olta, oturuyordu. Doğru o tarafa yüzdüm ve teknenin kenarına tutundum. Neredeyse Troçki’nin yanı başındaydım. Korumalardan bir tanesi bana “Git, git!” dedi ancak Rus aksanı nedeni ile söyledikleri “Get, get” gibi geliyordu kulağa. Yorulmuş gibi davranmaya çalıştım ve teknenin kenarına tutunmaya devam ettim. Böylece Trocki’ye biraz daha bakabildim. Ancak, korumalardan biri silahını çıkarıp, onunla parmaklarıma vuracakmış gibi yapınca, ellerimi tekneden çektim. Suikast ihtimalinden o kadar korkuyormuş gibi görünüyorlardı ki, denizdeki silahsız, küçük bir kızdan dahi şüpheleniyor ve onun Troçki’ye yaklaşmasına izin vermiyorlardı. Eğer bu büyük adam diğerlerini umursamayıp, ‘çocuğu rahat bırakın ve tekneye çıkıp biraz dinlenmesin izin verin’ deseydi ne kadar da güzel olurdu.”
Troçki Büyükada’yı 17 Haziran 1933 tarihinde terketti ve bir daha da buraya geri dönmedi.
Adadaki tecriti dışında, Troçki buradaki sürgün günlerinden keyif alıyormuş gibi görünüyordu.
Bunun kanıtı olarak, Ada’dan ayrıldığı gün not defterine yazdığı şu cümleler gösterilebilir: “Dört buçuk sene oldu. Ayaklarımın Büyükada’ya iyice kök saldığına dair garip bir his var içimde.”