Unutamadığım bir görüntü var; nerede izlediğimi çok net hatırlamıyorum, muhtemelen Martin Scorsese’nin çektiği belgesellerden birindeydi; 60’lı …
Unutamadığım bir görüntü var; nerede izlediğimi çok net hatırlamıyorum, muhtemelen Martin Scorsese’nin çektiği belgesellerden birindeydi; 60’lı yıllarda insanlar Bob Dylan’ın konser vereceği salonun önünde kuyruk olmuşlar. Kamera kuyruğu kapıdan, yani başlangıç noktasından itibaren görüntülüyor ve belli ki bir otomobile (ya da motorsiklete) oturmuş kameraman sırada bekleyen insanların yanından geçmeye başlıyor. Çekim bir türlü bitmiyor, çünkü kuyruk bitmiyor. devasa binanın köşesine kadar ilerliyor kamera ve kuyrukla beraber köşeyi dönerek devam ediyor. Yine bitmiyor kuyruk, bir köşe daha dönüyor kamera, yine bitmiyor. Nihayet bittiğinde otomobilin hızıyla 2 dakikaya yakın bir görüntü çıktığını görüyoruz ortaya. Deneysel bir kısa film gib, değil mi?
Asıl adı Robert Allen Zimmerman olan Bob Dylan 1941’de Minnesota eyaletinin Duluth kentinde dünyaya geldi. 1960 yılında Minnesota’yı terk edip elinde gitarıyla ABD’nin doğu yakasına doğru yol alamdan önce adını değiştirmiş ve kendine yeni bir kimlik edinmişti. Geçmişine dair kimi hikâyeler, anekdotlar uydurdu ve kapağı New York’a attı. Her şey bir yana Woody Guthrie’nin büyük hayranıydı ve onu kitlelere tanıtacak ikinci albümü “The Freewheelin’”den önce çıkan ilk albümünde Guthrie’nin etkisi yoğun şekilde hissediliyordu. O ilk albümü bugün pek hatırlayan yoktur muhtemelen; ama onun asıl sesini ve tarzını bulduğu “The Freewheelin’”, içinde yer alan “Blowin’ in the Wind”, “A Hard Rain’s Gonna Fall” ve “Masters of War” gibi şarkılar sayesinde protest folk tarzında yapılmış en iyi albümlerden biri olarak tarihe geçmiş Dylan’ı kariyerinin ilk zirvesine çıkarmıştır.
60 yıl boyunca çok zirve ve bir miktar da çukur gördü Bob Dylan. Bir dönem alkol bağımlılığı onu çok zorladı örneğin, ama bir şekilde kendini sıyırmayı başardı ve yeniden zirveyi gördü. Meşhur “Bitmeyen Turne”si onu ayakta tutan şeylerden biri oldu belki de. Hatta 1989’da turne programında beklenmedik bir boşluk olduğunda İKSV’nin girişimleri sonucu İstanbul’a geldiği konseri izlediğimde onun o zor dönemlerden birini geçirdiğini anlamam zor olmamıştı. Bir kez bile izleyiciyle iletişim kurmadığı o konseri hiç unutmuyorum hala, bazı şarkıları tanımakta zorlanmıştım, o derece değişik bir Dylan vardı sahnede. Ama son derece profesyoneldi ve konserin sonunda yeniden sahneye gelip en sevilen dört şarkısını söylemeden gitmemesi gerektiğini biliyordu.
Edebiyat dalında aldığı Nobel ödülü başta olmak üzere bir sanatçının hayal edebileceği ödüllerin çoğunu (Oscar, Grammy, Altın Küre vb) alan Bob Dylan 80 yıllık hayatına sayısız şarkı ve 50’yi aşkın albüm sığdırdı. Verdiği konserlerin sayısını ise yeryüzünde bilen birisi olduğu hiç sanmıyorum doğrusu. Zaten niyetim onun istatistiklerini sıralamak da değil doğrusu. 17 yaşımdan bu yana Dylan dinleyen ve hayatımda hep önemli bir yer tutan bir müzisyene saygılarımı sunmak, hepsi bu.
Onu çok sevdiğini bildiğim birkaç kişiye danıştım demiştim yukarılarda bir yerde, sıra onlara gelsin isterseniz.
‘AMERİKAN MİTLERİNİN SÖZCÜSÜ’
Örneğin Dylan’ın İstanbul’daki ikinci konserini birlikte izlediğimiz dostlardan yazar Yekta Kopan şöyle diyor onun için: “Nobel konuşmasında yolculuğunu etkileyen üç kitabı anmıştı Bob Dylan: Odysseia, Moby Dick ve Batı Cephesinde Yeni bir Şey Yok. Müziğin “kahramanı” bu uzun “yolculuğunda” barışın, bireyle toplum arasındaki gerilimin ve Amerikan mitlerinin sözücüsü oldu hep. Bir anlamda etkilendiği kitapların bakış açısını o harika şarkılarına taşıdı. Doğum günü kutlu olsun.”
‘KİM BU İBRAHİM TATLISES?’
İKSV Genel Müdürü ve Bob Dylan’ın her iki konserinin de mimarı Görgün Taner, üstadın 80. yaşgünü için sosyal medyada gazetemizin 1989 tarihli bir sayfasını paylaştı ve o ilk konserin yankılarını andı. Kendisine telefonla ulaştık ve hikayenin detaylarını dinledik. Diyor ki Görgün Taner: “Aslında o sayfa her şeyi anlatıyor… Bir tarafta Bob Dylan konserinin haberi, bir tarafta da İbrahim Tatlıses’inki. Ertesi gün dönüş yolunda Bob Dylan basında çıkan haberleri sordu bize, biz de Cumhuriyet’i gösterdik. Dylan sayfayı görünce ‘Bu kim ya, benden daha meşhur’ diye sordu. Biz de anlattık işte İbrahim Tatlıses’in Türtkiye’de ne kadar meşhur olduğunu. “Kaç kişi geldi onun konserine’ diye sordu; 50 bin dedik. ‘Ben niye onun konser verdiği yerde vermedim o zaman?’ dedi, biz de işte gelecek sefer falan diye geçiştirdik. Nereden bilecek adam Gülhane parkını, oradaki atmosferi. ‘Peki’ dedi en son, ‘nasıl müzik yapıyor, Blues mu?’ dedi, ‘Hah, dedik, evet Turkish Blues’.”
‘SANATSAL YARATICILIĞINI HİÇ KAYBETMEDİ’
Gazetemizin müzik yazarı Murat Beşer’e de sormadan olmazdı elbette. Beşer şunları söylüyor bakın:
“Elliye yakın albümü geride bırakan Bob Dylan şüphesiz rock müzik tarihindeki en üretken isimlerden biri. Hele hele bu üretkenlik bir de uzun bir ömürle buluşunca ortaya dişe dokunur gerçek bir mirasın çıkması kaçınılmaz oluyor. Dylan ilerleyen yaşına rağmen hız kesmeyen nadir müzisyenlerden, üstelik de yaşı ilerledikçe gücünü yitiren, eskisi kadar iyi eserler veremeyen sayısız örneğe hatta çoğunluğa oranla yaşlandıkça grafiğini yükselten nadir müzisyenlerden birisi.
Bob Dylan’ın 60 yılı aşan sanat yaşamında her ne kadar inişli çıkışlı dönemleri bulunsa da, pop-rock tarihine bir zamanlar her bir satırı ince anlamlarla yüklü zirvede yapıtlar, kalıcı albümler bırakmış olsa da, yine de iddia edebiliriz ki toplamda en iyi zamanlarını yaşlılık döneminde geçirmiştir. Ya da en azından en iyi zamanlarına oranla irtifa kaybetmemiştir. Dylan seksen yaşına basarken sanatsal yaratıcılığın bir şey kaybetmediğini ortaya koyuyor. Onu yalnızca halkın içinden çıkan kentli bir müzisyen olarak tarif etmek kifayetsiz; Dylan müzisyenliği ile eşit derecede şair ve yazar olarak da görülmeli.”
Cumhuriyet