Şehrin gürültüsünden, kalabalığından kaçmak isteyenlerin hafta sonunu huzurla geçirebileceği yerlerin başında Marmara’nın motorlu araç girmemiş adaları gelir. Burada kâh faytonla 18. yüzyıl yolculuğuna çıkar, ahşap evler arasında eskileri tahayyül edersiniz kâh bisikletle ormanda gezintiye çıkar, eş dostla güler eğlenirsiniz. Baharda giderseniz erguvanlar, leylaklar, narçiçekleri size ‘cennet bahçesinden’ manzaralar sunar. Öğle vakti karnınız acıkınca da denize nazır bir yerde balık yer, keyfinize cila atarsınız.
Adalarda turist olmak güzeldir, hâsılı kelam! Peki ya yerlisi olmak? Ada sakinleriyle konuşup biraz dertleştik ve gördük ki Bizans dönemi tecrit ve sürgün yeri olarak kullanılan adalar bugün de İstanbul’un ötelenmiş çocuklarını andırıyor. Ada yerlilerinin sağlık, eğitim ve tek ulaşım aracı faytonlarla ilgili ciddi sıkıntıları var. Bunun yanında demografik yapının giderek değişmesi bazı uyum problemlerini getirmiş. Anadolu’dan aldığı göçle nüfusun artması sonucu yerliler, adalara verilen önemin azalmasından, artan çevre kirliliğinden şikâyetçi.
Kurumsal anlamdaki boşlukların başını sağlık çekiyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) Adalar ilçesini oluşturan Büyükada, Heybeliada, Burgazada ve Kınalıada’da yazık ki bir tane donanımlı acil servis bulunmuyor. 14 bin nüfusu bulunan dört adaya bu ihtiyacı karşılaması için yalnızca bir deniz ambulansı tahsis edilmiş. 65 yıldır adada yaşayan esnaf Hasan Özgür durumun vahametine işaret ediyor. Bir kalp krizinde hastayı hemen ‘karşı tarafa’, Bostancı yahut Maltepe’ye gönderdiklerini anlatıyor. “Adamın krizi gelmiş, bekler mi?” diye soruyor. İki kişiden fazla acil vaka olsa, birinin beklemek zorunda kalınacağını hatırlatan Özgür “Çünkü deniz ambulansında iki kişilik teçhizat var.” diyor. Kırtasiye dükkânı işleten Affan Dinçay da aynı soruna örnek veriyor: “Kırk yaşlarında bir arkadaşımız kalp krizinden öldü nitekim. O sırada deniz ambulansı yoktu. Başka bir hasta taşıyormuş karşıya, geç geldi. Birkaç dakikada oldu her şey, müdahale edecek kimse yoktu.”
Esnafın sözünü ettiği eksikliği yerinde görmek için Adalar ilçesinin merkezi Büyükada’daki sağlık kuruluşunu ziyaret ediyoruz. Burası hastaneden ziyade sağlık ocağını ya da polikliniği andırıyor. Çocuğunu getiren Halis-Tülay Çınarcı çiftiyle karşılaşıyoruz. Hastanenin araç gereçlerinin yetersizliğinden dert yanıyorlar: “Oğlumuz kusuyordu, karın ağrısı vardı, daha önce de gelip röntgen çektirmiştik. Uzman doktorumuz olmadığı için karşıdaki bir hastaneye gittik. Baktık ki çekilen röntgenlerden doktorlar bir şey anlamıyor. Röntgen cihazları bozukmuş.” Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu, sağlık konusundaki sıkıntıları doğruluyor. 2006’ya kadar Heybeliada’da hizmet veren 660 yataklı araştırma-eğitim hastanesi kapatılmış. Burgazada ve Kınalıada’daki sağlık ocakları da aile hekimliği uygulamasından sonra kaldırılıyor. Neticede dört adanın donanımlı bir hastanesi yok.
Ada halkının sorun yaşadığı bir diğer alan; eğitim. Velilerin çoğu çocuklarını ilköğretimi tamamlamadan İstanbul’un kıyı şeridindeki okullara gönderiyor. Büyükada’da hâlihazırda iki ilköğretim okulu var. Heybeliada’daki subay yetiştiren Deniz Lisesi ve Büyükada’da yeni açılan İmam Hatip Lisesi’ni saymazsak 14 bin nüfuslu Adalar’da lise ve meslek yüksekokulu düzeyinde eğitim kurumu yok. Diğer adalarda da ilköğretim kademesinde okullar mevcut; fakat veliler bilgisayar, projektör, çöp kovası, masa örtüsü gibi araç gereçleri ve sınıf temizliği maliyetlerini kendilerinin karşıladığını belirtiyor. Çocuğu ilköğretim birinci sınıfta okuyan Aynur Çiftçi hayli dertli: “Sene başından beri okula 350 lira katkı payı verdim. Her veliden toplanıyor bu paralar. Onun dışında bir de araç gereçler için harcama yapıyoruz. Üstüne sınıfların temizlik masraflarını yine biz karşılıyoruz. Okula hiçbir şekilde yardım gelmiyor.” Genel anlamda eğitim kalitesinden de memnun değiller. Örneğin Nazmiye Köse dördüncü sınıftan itibaren kızını okuldan almış ve Bağdat Caddesi’ndeki bir okula göndermiş. Kızı şimdi liseye gidiyormuş. Köse, “Kızım eve gelince derslerin boş geçtiğini söylüyordu. Okulda hiçbir şey öğrenmiyordu. Ben de aldım. İlköğretimde okuyan bir kızım daha var, onu da dördüncü sınıftan itibaren almayı düşünüyorum.” diyor. Büyükada İlköğretim Okulu Müdürü Muzaffer Kaygusuz’a velilerin dile getirdiği sorunları aktarıyoruz. Ama müdür beye göre okulun hiçbir eksiği yok, her şey dört dörtlük…
Prens Adaları’nın durumu araştırmacıların da dikkatini çekmiş olacak ki, geçen ay adalıların sorunlarını ve toplumsal yapısını da içeren bir rapor açıklandı. ‘Adalar İlçesinde Toplumsal Yapı ve Göç’ isimli rapor Maltepe Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Belma Akşit ve eşi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Bahattin Akşit imzasını taşıyor. 200 ada sakiniyle görüşülerek hazırlanan rapora göre adalılar eğitim konusundaki şikâyetlerinde pek haksız sayılmaz. Genel eğitim düzeyinin düşük olduğu göze çarpıyor: Yüzde 35’i ilkokul ve ortaöğretim, yüzde 30’u lise ve meslek okullarından mezun. Yüzde 5,4’ü hiç okula gitmemiş. Üniversite düzeyinde eğitim alanların oranı yüzde 28.
Dikkati çeken diğer bir nokta Anadolu’dan aldığı göç sonrası demografik yapının değişmesiyle sosyal ve kültürel anlamda yaşanan uyum problemleri. Örneğin ada sakinlerinden biri göçle gelenler üzerine şunları söylüyor: “Buraya Anadolu’dan gelen arkadaşlar, kendi kültürlerini de getirdikleri gibi adapte olmakta zorluk çekti. Onun için ada yavaş yavaş bozulmaya başladı. Ben de Anadolu çocuğu sayılırım, köy gibi yerde büyüdüm. İnsanların kendi kültürlerine sahip çıkmaları çok doğal ve güzel, onu yadsımıyorum, eleştirmiyorum; ama yaşanan yerde insanlarla uyum sağlanması çok önemli. O uyumu maalesef gösteremediler.”
Raporda isim belirtilmediği için düşüncelerini daha rahat ifade eden adalılara “Sonradan yerleşenlerle uyum problemi var mı?” diye sorduğunuzda hemen ifade etmekte zorlansalar da kültürel farklılıkların sorunları artırdığını ifade ediyorlar. Göçle gelenlerin bir kısmının çevre bilinci ve duyarlılığına sahip olmadıklarını vurguluyorlar. Söz konusu rapora yansıyan bir başka şikâyet şöyle: “Adalı dediğin zaman adanın ne olduğunu bilmeniz lazım. Ada demek çevre demek, yeşil demek, deniz demek. Eğer bunlara karşı bir sevginiz varsa, sokak köpeklerini, kedilerini seviyorsanız o zaman insanı da seviyorsunuz. Adada olabilmek, yeri kirletmemektir, yasalara uygun hareket etmektir, insanca yaşamaktır. Buranın tarihine, kültürüne sahip çıkmaktır. Ama maalesef bu bahsettiğim kriterlerde insan çok az adada.”
‘Adalı olmak’ herkese göre farklı bir anlam taşısa da üç noktada fikir birliği var; ada halkına ve çok kültürlü yapısına saygı duymak, çevre bilincine sahip olmak ve uzun süredir adalarda yaşıyor olmak. Rapora göre, ‘doğma-büyüme adalıyım’ diyenlerin oranı sadece yüzde 15. 1940-1980 arası göç edenlerin oranı yüzde 36. Aslında bu yıllar Türkiye genelinde kırdan kente göçün başladığı dönem. Dolayısıyla İstanbul’un da en çok göç aldığı yıllara karşılık geliyor. Adaların en çok göç aldığı dönem, 1980’lerden sonrasına tekabül ediyor. Bu kesim, tarım işçiliğinin ve hayvancılığın giderek kısırlaşması, işsizlik sorunu ile kırsal alanda artan nüfusla geçinemez duruma gelip göç etmek durumunda kalanlar. Zaten yüzde 34’lük dilim, nitelik gerektirmeyen mesleklerde, inşaat ve restorasyon çalışmalarında, bahçe işlerinde ve ev içi hizmetlerde çalışıyor veya faytonculuk yapıyor.
Adalar nüfusunun yarıdan fazlası bugün Türkiye’nin hemen her bölgesinden göçle gelen insanlardan oluşuyor. Yüzde 47’si kendini İstanbul doğumlu olarak belirtiyor. Sonradan gelenler Van, Erzincan, Trabzon, İzmir, Malatya, Sivas, Rize, Erzurum gibi geniş bir yelpazeden oluşuyor. Göçmenler genel anlamda kendini adalı hissediyor; çünkü yaklaşık yüzde 50’lik dilim kendini ‘Adalıyım’ şeklinde tanımlıyor. Yerliler çok fazla dile getirmek istemeseler de adalı saymadıkları insanlar için ötekileştirici ifadeler kullanıyor ve eğitimsizliklerine vurgu yapıyor. Örneğin faytoncular, onlara göre adaya sonradan göç eden kesim. Esnafla görüştüğünüzde ilk sözleri “Faytonculardan çok çekiyoruz.” oluyor. Onlardan bahsederken, ‘ada kültürünü bilmeyen, hayvan haklarını hiçe sayan topluluk’ yorumunu yapıyorlar. Atlara iyi muamelede bulunmadıklarını iddia ediyorlar. At dışkısından kaynaklanan kötü koku ve çevre kirliliği de ortak şikâyetlerden. Adalılara göre, atlar düzenli veteriner kontrolünden geçmiyor ve şap denilen bulaşıcı hastalığa yakalanıyor. Yaklaşık bin at var ve yılda iki yüzü bu hastalıktan ölüyor.
Esnaf Hasan Özgür, faytoncuların müşteriye karşı tutumunu eleştiriyor ve atlarda hijyen sorunu olduğunu söylüyor: “Belediye denetimle ilgilenmiyor. Arabacılar buranın yerlilerini almıyor, turistleri alıyor. Aldıkları zaman da ağızları bozuk, küfürlü konuşuyorlar. Benim kızım karşıda oturuyor, hafta sonu bize geldi. Birkaç faytoncu yerli diye almamış, birine binmiş 25 lira isteyince kızım fazla bulmuş, faytoncu buna karşılık kötü konuşmuş.” Faytoncularsa eleştirileri kabul etmiyor. Ücretlerin belediye tarafından belirlendiğini ve sabit olduğunu söylüyorlar. Hayvanların hastalıklı olup olmadığını soruyoruz. 6 ayda bir kontrolden geçirdiklerini, aşılarının yapıldığını, hiçbir hastalık olmadığını belirtiyorlar.
Adalardaki faytonlardan sorumlu, Arabacılar ve Motorsuz Kara Taşıt Vasıtaları Esnaf Odası Başkanı Hüseyin Çülban, disiplin yönergesine, denetim yapacak ve cezai yaptırım uygulayacak mercilere ihtiyaçları olduğunu doğruluyor. Çülban, “Binin üzerinde at var. Bu konuda donanımlı, kalıcı veterinerliklerimiz olsa daha sağlıklı olurdu. Adalar Belediyesi’nin veterineri var ancak bu talebimiz yerine getirilirse çok daha sağlıklı hizmet verme imkânımız olur. Bunu Büyükşehir Belediyesi’nden talep ettik.” açıklamasını yapıyor. Esnaf Odası, İstanbul Ulaşım Koordinasyon Müdürlüğü’ne (UKM) kılık kıyafet ve disiplin konusunda cezai yaptırım uygulama ehliyeti olan yönergeyi taslak hâlinde sunmuş ancak taslağın aylardır UKM’den geçmesi bekleniyor. Sonraki aşama ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin desteği. Atlara kötü muamele yapıldığı iddiasını da kabul etmeyen Çülban şunları söylüyor: “Büyükada’da 140 ahırımız var. Büyükşehir Belediyesi ahır ihtiyacımızın bir kısmını karşıladı; fakat 85 ahır daha gerekiyor. Bizim faytonları kaldırıp Adalar’ın kültürünü yok etmek yerine kılık kıyafet ve genel anlamda disiplini sağlayıcı yönetmeliğe ihtiyacımız var.”
Adalar Belediye Başkanı Farsakoğlu, fayton denetimi ile ilgili yetkinin UKM’de olduğunu fakat çevre temizliği konusu üzerinde durduklarını kaydediyor. Ancak bu noktada şöyle bir açık ortaya çıkıyor. Temizlik için bütçe ve kadro tahsisi, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TUİK) nüfus kayıtlarındaki verilerine göre yapılıyor. TUİK’teki nüfus 31 Aralık 2011 itibarıyla 13 bin 883 olarak kayıtlı. Bütün bir yıl bu rakama göre kadro veriliyor. Yazın Adalar’ın nüfusu 75-80 bine kadar çıkabiliyor. Hafta sonu da eklenirse rakam 100 bini buluyor. Mevsimlere göre değişen nüfus dolayısıyla yerel hizmetler yetersiz kalıyor.
Yerel hizmetlerin çoğunda sıkıntı yaşayan Prens Adaları halkı bugün bir nevi tecrit hayatı yaşıyor. İstanbul’un bir ilçesi konumunda olmasına rağmen sağlık, eğitim ve faytonlar konusunda Büyükşehir Belediyesi’yle irtibatsızlık var. Sosyal hayatta yaşanan problemlerin üzerine kültürel sıkıntılar da eklenmiş. Dolayısıyla Adalar halkı turist akınına uğrayan ve zengin tarihî dokusuyla dikkat çeken bölgeye daha fazla özen gösterilmesini talep ediyor.