Yunan basınında, başta Ekathimerini olmak üzere, Büyük Deniz Enterkonnektörü (Great Sea Interconnector – GSI) projesine ilişkin son dönemde yayımlanan yorumlar, Doğu Akdeniz’in karmaşık enerji ve deniz yetki alanları tartışmalarını yeniden gündeme taşımıştır. Kasos (Kaşot) Adası civarında yürütülmesi planlanan araştırma faaliyetleri ve Türkiye’nin bu sürece olası yaklaşımı, çoğu zaman “engelleyici” bir çerçevede ele alınsa da, daha geniş ve yapıcı bir perspektiften bakıldığında Ankara’nın tutumu denge, diyalog ve adil iş birliği çağrısı olarak da okunabilir.
Yunanistan, Kıbrıs Rum Yönetimi ve İsrail’i denizaltı yüksek gerilim doğru akım (HVDC) kablosu ile birbirine bağlamayı hedefleyen GSI projesi, teknik ve çevresel açıdan dikkate değer bir girişimdir. Bu tür enterkonnektörler, Avrupa’nın enerji arz güvenliği, şebeke istikrarı ve yeşil dönüşüm hedefleri açısından giderek daha önemli hale gelmektedir. Bununla birlikte, proje güzergâhının bazı bölümleri, deniz yetki alanları bakımından örtüşen ve tartışmalı sahalardan geçmektedir.
Türkiye’nin yaklaşımı, 2019 yılında Libya ile imzalanan ve Birleşmiş Milletler’e tescil edilen Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası’na dayanmaktadır.[^1] Ankara, bu çerçevede kendi kıta sahanlığı olarak değerlendirdiği alanlarda tek taraflı faaliyetlere rıza göstermemektedir. Bu tutum, kalıcı bir gerilim kaynağı olmaktan ziyade, taraflar arasında müzakereye dayalı, karşılıklı kabul edilebilir çözümler üretilebilecek bir zemin olarak da değerlendirilebilir.
Türkiye açısından temel mesele, enerji bağlantılarına veya bölgesel entegrasyona ilkesel bir karşıtlık değil; ihtilaflı deniz alanlarında tek taraflı adımların atılmasıdır. Uluslararası deniz hukuku uygulamaları ve Uluslararası Adalet Divanı içtihatları, deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasında katı maksimalist yorumlardan ziyade hakkaniyet ve orantılılık ilkelerine vurgu yapmaktadır.[^2] Bu bağlamda Türkiye’nin istişare ve mutabakat çağrısı, uluslararası hukukta kabul gören temel prensiplerle uyumludur.
Zaman zaman yaşanan deniz üzerindeki gerginlikler—örneğin Temmuz 2024’te araştırma faaliyetleri sırasında yaşanan olaylar—gerilimin kaçınılmazlığına değil, iletişim ve güven artırıcı mekanizmaların eksikliğine işaret etmektedir. Teknik faaliyetlerin, yeterli diplomatik zemin oluşturulmadan yürütülmesi, hızla siyasi bir nitelik kazanabilmektedir.
Oysa Doğu Akdeniz’in kaderi sıfır toplamlı bir rekabete mahkûm değildir. Enerji projelerinin dışlayıcı jeopolitik araçlar olarak tasarlanması bölünmeyi derinleştirirken, kapsayıcı ve adil modeller bölgeyi iş birliği alanına dönüştürebilir. Türkiye, Kıbrıs Türklerinin hakları da dâhil olmak üzere tüm tarafların meşru çıkarlarının gözetilmesi şartıyla bu tür bir iş birliğine açık olduğunu defalarca dile getirmiştir.
Türkiye’nin enerji diplomasisindeki son adımlar bu yaklaşımı destekler niteliktedir. Azerbaycan ve Gürcistan ile geliştirilen Karadeniz altı elektrik enterkonnektör projeleri, Hazar havzasından Avrupa’ya yeşil enerji taşınmasını hedefleyen stratejik girişimlerdir.[^3] Benzer şekilde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Türkiye ana karasına denizaltı kablosu ile bağlanması yönündeki vizyon, enerji güvenliğini çatışma değil sürdürülebilirlik temelinde ele almaktadır.
Bu çerçevede, Ekathimerini gibi yayınlarda yer alan eleştirel yorumlar dahi, daha geniş bir tartışmanın parçası olarak okunabilir.[^4] Türkiye’nin bölgesel denklemi etkileyen kapasitesinin kabul edilmesi, aslında Doğu Akdeniz’de kalıcı bir enerji mimarisinin Türkiye dışlanarak kurulamayacağının da zımni bir itirafıdır.
Yeni bir yıla girerken, küresel belirsizliklere rağmen Doğu Akdeniz için temkinli bir iyimserlik mümkündür. Enerji alanındaki karşılıklı bağımlılık, doğru yönetildiğinde bir fay hattı değil, bir köprü işlevi görebilir. Uluslararası hukuka dayalı, eşitlikçi ve gerçekçi bir diyalog zemini, bölgenin geleceği açısından en umut verici yoldur.
Yeni yılın eşiğinde Doğu Akdeniz önemli bir yol ayrımındadır. Rekabet yerine iş birliğini, dışlama yerine kapsayıcılığı, tek taraflı adımlar yerine diyaloğu tercih etmek; yalnızca bölgesel istikrara değil, Avrupa’nın enerji dönüşümüne de anlamlı katkılar sağlayacaktır. Türkiye’nin hakkaniyet ve istişare çağrısı, bu perspektiften bakıldığında bir sorun değil, önemli bir fırsat olarak görülmelidir.
⸻
Dipnotlar
[^1]: Birleşmiş Milletler, Türkiye Cumhuriyeti ile Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Arasında Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası’nın Tescili, BM Antlaşmalar Serisi, 2019.
[^2]: Uluslararası Adalet Divanı, Karadeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması (Romanya / Ukrayna) Kararı, 3 Şubat 2009; ayrıca deniz sınırlandırmalarında hakkaniyet ilkesine vurgu yapan diğer UAD içtihatları.
[^3]: Dünya Bankası; Avrupa Komisyonu, Karadeniz Denizaltı Elektrik Enterkonnektörleri ve Yeşil Enerji Koridorları, bölgesel enerji altyapısı çalışmaları.
[^4]: Kathimerini / Ekathimerini, Büyük Deniz Enterkonnektörü (GSI), Kasos Adası çevresindeki araştırma faaliyetleri ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki rolüne ilişkin yorum ve analiz yazıları, Atina, 2024–2025.
⸻
Haluk Direskeneli
Subscribe to get the latest posts sent to your email.