İstanbul’un ekolojik ve kültürel mirasının en kırılgan parçalarından biri olan Prens Adaları, özellikle de Büyükada, antropojenik baskıların ve deniz kirliliğinin kesişim noktasında yer almaktadır. Yakın dönemde İstanbul Büyükşehir Belediyesi iştiraki İSTAÇ tarafından Adalar kıyılarında yürütülen kapsamlı temizlik çalışmaları, yerel yönetimlerin çevre koruma reflekslerini göstermesi açısından kritik bir vaka analizi sunmaktadır. İSTAÇ ekiplerinin planlı ve koordineli saha uygulamalarıyla tamamlanan bu süreç, kıyı şeridinde biriken atıkların toplanması, yüzey kirliliğinin giderilmesi ve görsel peyzajın iyileştirilmesi hedeflerine ulaşmıştır. Dalga hareketleriyle kıyıya taşınan atıklar, hem manuel ekipler hem de yüzey temizleme araçları kullanılarak ayrıştırılmış ve ekosistemden uzaklaştırılmıştır.
Ancak, bu operasyonel başarı, beraberinde derinlikli ve çok katmanlı soruları da gündeme getirmektedir. “Bu çalışmalar yeterli mi?”, “Kıyılar nasıl temizlenmeli?”, “Bu çalışmalar göstermelik mi?” ve “Bilim insanları ne diyor?” gibi sorular, aslında küresel çevre literatüründe tartışılan “Kaynakta Azaltım” (Source Reduction) ile “Kirlilik Giderme” (Cleanup) stratejileri arasındaki gerilimi işaret etmektedir. Bu rapor, Büyükada örneğinden hareketle, deniz kirliliği ile mücadelenin teknik, ekolojik, sosyolojik ve hukuki boyutlarını irdelemeyi; mevcut uygulamaların bilimsel yeterliliğini sorgulamayı ve dünya genelindeki en iyi uygulamalar ışığında Türkiye için bir yol haritası çizmeyi amaçlamaktadır.
Raporun kapsamı, sadece fiziksel atıkların toplanmasıyla sınırlı kalmayıp, temizlik yöntemlerinin (mekanik vs. manuel) kumul ekosistemleri üzerindeki etkilerini, “yeşil aklama” (greenwashing) kavramının kurumsal sosyal sorumluluk projelerindeki yerini ve Marmara Denizi’nin kendine has hidrografik yapısının bu süreçteki belirleyiciliğini kapsamaktadır. Analizimiz, temizliğin bir “çözüm” değil, entegre bir yönetim planının “son savunma hattı” olduğu tezi üzerine kuruludur.
Marmara Denizi gibi yoğun nüfuslu ve sanayileşmiş bir havzada, deniz kirliliği ile mücadele, yüksek kapasiteli lojistik bir operasyon gerektirir. İSTAÇ tarafından yürütülen çalışmalar, atığın karakteristiğine ve kıyının morfolojisine göre özelleşmiş araç ve yöntemleri içermektedir. Büyükada operasyonunda kullanılan temel ekipmanlar ve yöntemler şunlardır:
Büyükada kıyılarına vuran atıkların analizi, sorunun kaynağını anlamak için kritik veriler sunar. Bilimsel modeller, plastik atıkların deniz ortamına girdikten sonra rüzgar, yağış ve akıntılarla taşındığını ve belirli bölgelerde biriktiğini göstermektedir. Marmara Denizi’nin çift tabakalı akıntı sistemi (üstte Karadeniz’den Ege’ye, altta Ege’den Karadeniz’e) ve hakim rüzgarlar, İstanbul’un anakara kıyılarından ve gemi trafiğinden kaynaklanan atıkları Adalar bölgesine taşımaktadır.
Toplanan atıkların polimer yapısı üzerine yapılan incelemeler, kara kökenli atıkların baskın olduğunu doğrulamaktadır. Sigara izmaritleri adet bazında en yüksek kirletici olsa da, hacimsel olarak pet şişeler ve strafor kutular (balıkçılık kaynaklı) daha büyük bir sorun teşkil etmektedir. Bu atıkların toplanması, sadece estetik bir kaygı değildir; aynı zamanda bu makro-plastiklerin fotodegradasyon (güneş ışığı ile parçalanma) ve mekanik aşınma yoluyla mikroplastiklere dönüşmesini engellemek için zamana karşı bir yarıştır.
Kullanıcının “Bu çalışmalar yeterli mi?” sorusu, deniz bilimleri literatüründeki en temel tartışmalardan birine, “tedavi edici” (curative) ve “önleyici” (preventive) yaklaşımlar arasındaki farka işaret etmektedir.
Bilim insanları ve çevre ekonomistleri, kaynağı kesilmemiş bir kirliliğin temizlenmeye çalışılmasını, “musluk açıkken yerleri paspaslamaya” benzetmektedir. The Ocean Cleanup ve diğer uluslararası kuruluşların verilerine göre, nehirler ve karasal deşarj noktaları, plastiklerin okyanuslara taşınmasında ana arterlerdir. Büyükada’da yapılan çalışma, kirlilik denize ulaştıktan sonra yapılan “reaktif” bir müdahaledir.
Kullanıcının “Bu çalışmalar göstermelik mi?” şüphesi, küresel ölçekte giderek artan “Yeşil Aklama” (Greenwashing) olgusuyla örtüşmektedir. Yeşil aklama, kurumların çevresel performansları hakkında yanıltıcı bir algı yaratarak, asıl kirletici faaliyetlerini gizlemeleri stratejisidir.
Deniz kıyıları, sadece kum ve taştan ibaret fiziksel alanlar değil, kendine has biyolojik döngüleri olan canlı ekosistemlerdir (psammolittoral zon). Bu nedenle, “nasıl temizlendiği” sorusu, en az “ne kadar temizlendiği” kadar önemlidir.
Dünya genelinde belediyeler, geniş plajlarda hızı artırmak ve maliyeti düşürmek için kum eleme makineleri ve tırmıklar kullanmaktadır. Ancak ekolojik çalışmalar, bu yöntemin ciddi zararları olduğunu kanıtlamıştır.
Aşağıdaki tablo, mekanik ve manuel temizlik yöntemlerinin ekolojik ve operasyonel farklarını özetlemektedir:
| Özellik | Mekanik Temizlik (Araçlı) | Manuel Temizlik (Elle) |
| Kapasite ve Hız | Çok Yüksek. Geniş alanları kısa sürede tarar. | Düşük. Çok sayıda personel/gönüllü gerektirir. |
| Seçicilik | Düşük. Plastiklerle birlikte doğal materyalleri de toplar. | Yüksek. Gözle seçerek sadece antropojenik atıklar alınır. |
| Biyoçeşitlilik Etkisi | Yıkıcı. Kumul ekosistemindeki omurgasızları (örn. hayalet yengeçler), kuş yuvalarını ezer ve habitatı yok eder. | Minimum. Canlılara ve doğal yapıya zarar verme riski çok azdır. |
| Erozyon Riski | Yüksek. Kumu tutan bitki ve yosunları kaldırdığı için rüzgar erozyonunu artırır. | İhmal edilebilir düzeydedir. |
| Maliyet | Yoğun kirlilikte ve turistik plajlarda birim maliyeti düşüktür. | Hassas ve az kirlilik olan bölgelerde daha ekonomiktir. |
İskoçya ve Kaliforniya’da yapılan araştırmalar, mekanik olarak temizlenen plajlarda, kum içinde yaşayan organizmaların (makroinvertebratlar) tür çeşitliliğinin ve popülasyon yoğunluğunun dramatik şekilde azaldığını göstermiştir. “Mavi Bayrak” gibi ödül sistemleri, ne yazık ki bazen belediyeleri “beyaz ve pürüzsüz kum” estetiğine zorlayarak, ekolojik açıdan ölü ama görsel açıdan “temiz” plajlar yaratılmasına neden olmaktadır.
Kıyı temizliğinde yapılan en büyük hatalardan biri, denizden gelen her şeyin “çöp” (litter) olarak algılanmasıdır. Oysa deniz çayırları (Posidonia oceanica), algler ve doğal odun parçaları, “kıyı döküntüsü” (beach wrack) olarak adlandırılır ve ekosistemin hayati bir parçasıdır.
Türkiye’deki uygulamaları global standartlarla kıyaslamak, eksiklikleri ve gelişim alanlarını belirlemek için elzemdir. Avrupa Birliği ve Japonya, bu konuda iki farklı ancak başarılı model sunmaktadır.
AB, deniz çöpleriyle mücadeleyi bir “atık toplama” işinden çıkarıp, “döngüsel ekonomi” (circular economy) stratejisinin merkezine yerleştirmiştir.
Japonya, G20 dönem başkanlığında ortaya koyduğu “Mavi Okyanus Vizyonu” ile 2050 yılına kadar deniz plastik kirliliğini sıfıra indirmeyi hedeflemiştir.
“İnsanlar bilinçlendirilmeli mi?” sorusu retorik bir soru gibi görünse de, bilimsel araştırmalar bu bilinçlendirmenin nasıl yapılması gerektiğine dair ilginç veriler sunmaktadır.
Yapılan psikolojik araştırmalar, plaj temizliği etkinliklerine (beach clean-up) katılan gönüllülerin, deniz kirliliği konusunda daha yüksek bir farkındalığa (marine awareness) ulaştığını ve gelecekte çevre dostu davranışlar sergileme eğilimlerinin arttığını (Ocean Citizenship) göstermektedir.
Ancak paradoksal bir durum da söz konusudur: Sahilde sadece yürüyüş yapan veya kaya havuzlarını inceleyen kişilerle kıyaslandığında, çöp toplayan gönüllülerin o ortamdan aldıkları “psikolojik iyileşme/yenilenme” (restorativeness) hissi daha düşüktür. Yani, doğadaki insan kaynaklı kirlilikle yüzleşmek, bireyde stres ve üzüntü yaratabilir. Bu durum, temizlik etkinliklerinin bir “eğlence” aktivitesi olarak değil, ciddi bir “eğitim ve yüzleşme” süreci olarak tasarlanması gerektiğini ortaya koyar.
Türkiye’de deniz kirliliği bilincinin oluşturulmasında DenizTemiz Derneği / TURMEPA öncü bir rol oynamaktadır. “Sınırsız Mavi” ve “Deniz Eğitim Atölyeleri” gibi projelerle, sadece atık toplama değil, denizin ekolojik önemi (aldığımız iki nefesten birinin denizlerden gelmesi) üzerine eğitimler verilmektedir. Fethiye ve Göcek gibi bölgelerde yürütülen projeler, yerel halkı ve turizm sektörünü (tekne sahipleri, oteller) sürece dahil ederek, sorunun ekonomik boyutunu da vurgulamaktadır. Büyükada gibi turistik bölgelerde, ziyaretçilerin sadece “tüketici” değil, “koruyucu” olarak konumlandırılması için bu tür eğitim modellerinin yaygınlaştırılması şarttır.
Büyükada’daki temizlik çalışmaları, Marmara Denizi’nin 2021 yılında yaşadığı müsilaj (deniz salyası) felaketi ve devam eden oksijen azlığı (hipoksi) krizi bağlamında değerlendirilmelidir.
Marmara Denizi Eylem Planı kapsamında yüzey temizleme araçlarının sayısı artırılmış ve denetimler sıkılaştırılmıştır. Ancak ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü gibi bilimsel kurumların raporları, yüzeydeki iyileşmenin yanıltıcı olabileceğine dikkat çekmektedir. Marmara’nın yüzeyi, Karadeniz’den gelen akıntıyla dönemsel olarak temizlenebilir; ancak denizin “hafızası” olarak nitelendirilen alt tabakalarda (25 metre ve altı) oksijen seviyeleri kritik eşiğin altındadır.
Bilim insanları, yüzeyden toplanan plastiklerin ekolojik faydasını kabul etmekle birlikte, asıl tehdidin evsel ve endüstriyel atıksulardan gelen azot ve fosfor yükü (besin tuzu) olduğunu vurgulamaktadır. İSTAÇ’ın kıyı temizliği, fiziksel kirliliği alır; ancak denizin biyokimyasal yapısını bozan kirlilik için İleri Biyolojik Arıtma Tesisleri’nin tam kapasiteyle çalışması gerekmektedir.
Marmara’nın karmaşık akıntı sistemi, Büyükada gibi adaları doğal birer “çöp kapanı” (trap zone) haline getirmektedir. Rüzgar ve yüzey akıntıları, yüzer plastikleri belirli kıyılara yığmaktadır. Bu nedenle Büyükada’da yapılan temizlik, sadece o adanın çöpü değil, tüm İstanbul’un ve hatta Karadeniz’den gelen atıkların yönetimidir. Bu durum, temizlik çalışmalarının sürekliliğini zorunlu kılmaktadır.
Büyükada kıyılarında yürütülen temizlik çalışmaları, “gerekli ama yetersiz” bir çevre müdahalesidir. Bu çalışmaların göstermelik olmaktan çıkıp kalıcı bir çözüme dönüşmesi, ancak aşağıdaki adımların atılmasıyla mümkündür:
Denizlerimiz, temizlik işçilerinin süpürgeleriyle değil, toplumun topyekûn zihniyet devrimi ve kararlı politikalarla temizlenecektir. Bilim, teknolojinin tek başına kurtarıcı olamayacağını, doğayla uyumlu bir yaşam modelinin zorunluluk olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Adlar Ve Marmara Havzasında Deniz Kirliliği Yönetimi: Mevcut Uygulamalar, Küresel Stratejiler Ve Ekolojik Sürdürülebilirlik Analizi