Siyasal, sosyal alanda değişimin yaşandığı 12 Eylül darbesi döneminde müzik endüstrisi de evrim geçirdi. Pop ve arabeskin birleşimiyle fantezi müzik doğdu ve arabesk altın yıllarını yaşadı…
Prof. Dr. Barış Erdoğan – 12 Eylül 1980 askeri darbesine radyodan Hasan Mutlucan’dan kahramanlık türküleriyle giren Türkiye 10 yılı Turgut Özal’ın TRT’nin renkli ekranlarından “Hadi bir kaset koy da şöyle bir neşelenelim” söylemiyle bitirdi. 80’li yıllar siyasal ve sosyal her alanda devasa değişimlerin olduğu bir dönemdi ve müzik endüstrisi de bu değişimden payını aldı. 1983’te iktidara gelen Turgut Özal’ın Anavatan Partisi geçmişin 4 siyasi eğilimini birleştirerek Türkiye’de sağ ve sol ideolojiler arasındaki keskin sınırları ortadan kaldırdı. Bu dönemde müzik dünyasında da benzer bir evrim yaşanıyordu. 1980’lerde müzik türleri arasındaki sınırlar giderek belirsizleşti. Uzun bir süredir gecekondu mahallelerde çığ gibi büyüyen ama sesini radyo ve televizyonda duyuramayan arabesk müzik 80’li yıllarda büyük bir patlama yaşarken pop ve arabeskin birleşimiyle fantezi müzik ya da diğer adıyla taverna müziği doğdu. Bu yeni müzik türü pop müziğin dinamik ritimlerini arabesk müziğin duygusal ve isyankâr sözleriyle harmanladı. Basit ve hızla hazırlanabilir altyapıya sahip bu müzik toplumun geniş kesimlerini kucakladı. Ümit Besen, Cengiz Kurtoğlu gibi piyanist şantörlerin kasetleri yüzbinler sattı, her gece tavernalar doldu taştı. Müzikteki melezleşme rüzgârı pop müziğe da sıçradı. Sezen Aksu’nun “Firuze”, Nükhet Duru’nun “Sevda” albümlerindeki şarkılar da arabesk ezgilerin izleriyle doluydu. Diğer taraftan 1980’lerin ortalarına doğru Nilüfer, Kayahan, Mazhar-Fuat-Özkan üçlüsü gibi kişi ve grupların çalışmalarıyla pop müzik piyasası yeniden canlandı. Erkin Koray, Barış Manço, İlhan İrem hâlâ dillerden düşürmeyen unutulmaz şarkılarını üretmeye devam ediyorlardı. Zülfü Livaneli ve Ahmet Kaya gibi isimler ayrı kulvarlardan protest müzikleriyle geniş kitlelerin ilgisini çekiyorlardı. Yeni Türkü, Bulutsuzluk Özlemi, Mavi Sakal gibi gruplar Türkiye’de müziğe yeni bir kalite getiriyordu. Ancak Eurovision da bir türlü istenen başarıyı elde edemiyorduk.
Kahır mektubu
1980’li yıllarda arabesk müzik en fazla tartışılan konular arasındaydı. Türk müziğinin “Sanat Güneşi” olarak bilinen Zeki Müren de 1988’de verdiği bir röportajla “Ben arabeski pijamayla baloya gitmeye benzetiyorum. Arabesk, taverna müziği gibi türler zamanla yol olacak ancak Türk Müziği kalacaktır” demekteydi. 1980’lerde çıkan 29 dakikalık “Kahır Mektubu” şarkısı adeta bir “arabesk oratoryosu” idi. Müren daha sonrasında bu şarkı için “Halkın nabzına göre şerbet vermeye arada bir mecburuz. Ben Türk sanat müziği sanatçısıyım, o benim soframda mezedir” diyecekti. Zeki Müren, Murat Belge’nin Milliyet Sanat’taki ifadesiyle “Mektepli arabesk yaparken” Kültür Bakanlığı da acısız arabeski halkımıza sunmak için kolları sıvıyordu.
Seni ondan bile kıskanıyorum…
Modern şehir yaşamının kenarında kalmış, hor görülmüş toplumsal kesimlerin umutsuzluk ve karamsarlığını seslendiren arabesk müziği resmi otoriteler uzun yıllar yok saydı, TRT’de yayınlanmasına izin vermedi. Ancak 1980’lerin ikinci yarısında dipten gelen bu dalgaya artık daha fazla sırt çeviremeyeceklerini anladılar. 1988’de Ankara’da düzenlenen Birinci Müzik Kongresi’ne katılan Hakkı Bulut arabesk müzik hakkındaki olumlu görüşleriyle dikkat çekti. Bunun üzerine Kültür Bakanlığı “Doğru müzik formlarını” kullanarak kendisinden alternatif bir arabesk şarkı hazırlamasını talep etti. 1989’da “Henüz 3 yaşında bir kardeşim var, seni ondan bile kıskanıyorum” sözleriyle hatırlanan “Seven Kıskanır” şarkısını yaptı ve bu şarkıyla televizyonun kapılarını arabesk müzik için açtı. Bulut’un yaptığı yeni tarza “acısız arabesk” dendi. O dönemde bu tartışmalara katılan Ahmet Kaya’nın yorumu ise şöyleydi: “Acısız Arabesk acısız adanaya benzer, acısız adanayı da midesi rahatsız olan insanlar yer.”
Bülent Ersoy’un yasaklı yılları
Bülent Ersoy 1980’li yıllarda yeniden doğdu. 12 Eylül darbesi sonrası adaba aykırı davranışlar nedeniyle 11 ay hapis cezasına mahkûm edilen Ersoy “Bundan böyle sanat icra ederken sahne kıyafetlerimi normal giyeceğimi ve göze hoş görünmeyen hal ve hareketlerde bulunmayacağımı tebellüğ ettim” diyerek bu cezadan kurtuldu. Daha sonra Londra’ya gidip cinsiyet değiştirme ameliyatı olan Ersoy için zor günler başladı. Askeri yönetim ona sahne yasağı koydu. Yurt dışında binlerce gurbetçiye konserler veren Ersoy kendi ülkesinde sahne alamıyordu. 1980’lerin ikinci yarısında Türkiye’de toplumsal hareket yeniden sokağa iniyordu. 1987’de askeri darbe sonrası işçiler ilk kez kitlesel eylem yapmaya, üniversite öğrencileri de başta türban olmak üzere birçok yasağa karşı protestolar düzenlemeye başlıyorlardı. Bu değişim rüzgârını arkasına alan Ersoy, Başbakan Turgut Özal’a bir mektup yazdı ve “Sayın Başbakanım. Katil değilim, hırsız değilim, vatan haini değilim, fahişe değilim. Velhasıl memleketim aleyhinde faaliyet göstermiş biri değilim. O halde bu yasağın anlamı ne?” diye soruyordu. Ersoy’un sahne yasağı 1988’de bitti ve pembe kimlik kartını aldı.
‘I Love you, I love you’
“Seni Seviyorum, I love you” 1986’da dillerden düşmeyen popüler taverna şarkılarından biriydi. Ümit Besen’in daha sonra “İstemeyerek okuduğum tek şarkı” dediği bu yapıt yarı İngilizce yarı Türkçe sözlerle harmanlanan Arapça ezgilerinden oluşuyordu. Son derece ritmik ve neşeli olan bu şarkının yer aldığı albüm yarım milyon satarak büyük bir ticari başarıya imza attı. 1980’li yıllarda İstanbul Unkapanı’ndaki plakçılar çocuk arabesk şarkıcıları keşfetti. Bunlar içinde “Yıllar yılı dert yolunda ne ilk ne de sonuncuyum, kahrediyor hayat beni, acıların çocuğuyum…” sözleriyle akıllarda kalan Küçük Emrah hiç kuşkusuz en meşhuruydu. Emrah müzik kariyerinde o kadar iddialıydı ki müzik hayatına 6 yaşında başlayan Michael Jackson’a öykünerek “Türkiye’nin Michael Jackson’ı benim” diyordu. Emrah’ın başarısı plakçıları daha fazla çocuk sanatçı bulmaya teşvik etti. Küçük Ceylan, Yetim Ayhan gibi onlarca çocuk müzik dünyasına adım attı, birçoğu duygusal sömürünün en uç örneklerinin sergilendiği ucuz video filmlerde rol aldı. Bu çocuklar özellikle şehrin çeperlerinde çok sevildiler.
Arabeskin Kraliçesi Bergen
Belgin Sarılmışer, sahne adıyla Bergen 80’li yıllarda arabesk-fantezi türünün en önemli kadın sanatçılarından biriydi. Söylediği şarkıların sözleri kadar acıklı bir hayat yaşayan Bergen, 1982 ile 1989 yılları arasında çıkardığı 5 plak, 8 albüm ve 129 şarkıyla sevenlerinin kalbinde taht kurdu. “Acıların Kadını” (1986) albümüyle “Arabeskin Kraliçesi” unvanını kazanan Bergen kendisine sürekli şiddet uygulayan eşinin azmettirdiği bir kişi tarafından 1982’de nitrik asitli saldırıya uğramış ve sağ gözünü kaybetmişti. Erkek şiddeti Bergen’in peşini bırakmadı. Acıların Kraliçesi 1987’de Adana’da gerçekleşen bıçaklı saldırıda yaralandı, 1989’da boşandığı eşinin kurşunlarına hedef oldu, hayatını kaybetti. Bergen’in dram dolu yaşamı onu Türkiye’de kadına karşı şiddetin sembol isimlerinden biri haline getirdi. Bu talihsiz hayat hikâyesi geçen yıl bir sinema filmine de uyarlandı.
Milli stres: Eurovision
80’li yıllarda Eurovision Şarkı Yarışması, Türkiye’nin her yıl Avrupa müzik camiasında kendini ispat etmek için ter döktüğü en önemli etkinlikti. Millet olarak bütün yıl yarışmayı beklerdik. Bülent Özveren’in TRT ekranlarından sunuculuğunu yaptığı Eurovision’da bir türlü istenen sonucu alamazdık. Başarısızlığımızı genellikle Avrupa’daki Türk düşmanlığına veya seçilen şarkların çok folklorik ya da çok bizden olmamasına bağlardık. Çetin Alp’in 1983’te sıfır puan alan “Opera” şarkısı Eurovision maceramız içinde en çok hatırlanan ve tartışılan şarkılarımızdan biridir. O yıl İspanya’da de sıfır puan almıştı. Dört sene sonra Seyyal Taner’in “Şarkım Sevgi Üstüne”si de sıfır puan alarak “Opera”yla aynı kaderi paylaştı. Ajda Pekkan da 1980’de Eurovision’dan başarısızlıkla dönecekti. 80’lerde Eurovision tarihindeki en büyük başarımızı 1986’da “Halley” şarkısı ile elde ettik. Sözlerini
İlhan İrem’in yazdığı bestesini Melih Kibar’ın yaptığı şarkı 56 puan toplayarak 9’uncu oldu.
Sufi’ye Evren karşı çıktı
1984’te “Ele Güne Karşı” albümü ile büyük başarı yakalayan Mazhar Fuat Özkan, 1985’te “Aşık oldum” olarak da bilinen “Diday diday” ile Eurovision’da 36 puanla 14’üncü oldu. Üç yıl sonra MFÖ “Sufi” ile Türkiye’yi Eurovision’da temsil etti. Türkiye’yi Batı dünyasına tanıtacak bir yarışmada tasavvuftaki Sufi’den bahsetmek 80’ler Türkiye’sinde cesaret işiydi. Cumhurbaşkanı Kenan Evren “tarikatçı” şarkının Türkiye’yi temsil edemeyeceğini söylese de Sufi, 37 puan ile 15’inci oldu. Televizyon tarihinin unutulmazları arasında yer alan, Erol Köse, Hakan Rullas ve Murat Akkaya’dan oluşan Komedi Dans Üçlüsü de kısa sürede popüler olan gruplar arasındaydı.
‘Arkadaşım eşşek’ neredeyse kuzu olacaktı
1980’lerin sonunda “7’den 77’e” programı sayesinde tüm çocukların “Barış Abisi” haline gelen Barış Manço’nun “Arkadaşım Eşşek”i 80’lerin unutulmaz şarkılarından biriydi. 1981 yılında piyasa çıkan Arkadaşım Eşşek, TRT sansüründen geçmeyi başarsa da radyo ve televizyonda ilk başlarda yayınlanmaması konusunda dirençle karşılaştı. Şarkının önünün açılması için bir TRT görevlisinin Manço’ya arkadaşım eşek yerine şarkının adının ve sözlerinin “arkadaşım kuzu” şeklinde değiştirilmesinin dahi iyi olacağı tavsiyesinde bulunduğu rivayet edilir.
Polis Radyosu’nda özgün müzik!
Özel radyoların olmadığı Türkçe ve yabancı dildeki birçok şarkının o zamanki TRT denetiminden geçemediği 80’li yıllarda
Polis Radyosu bir özgürlük vahası gibiydi. FM bandından yayın yapan Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bağlı radyo gençlerin en sevdiği kanal haline gelmişti. Orhan Gencebay, İbrahim Tatlıses, Ümit Besen gibi şarkıcıların en yeni albümleri dinlenir, ulaşılması çok zor birçok şarkı ve konser radyo teyplerin kırmızı kayıt tuşuna basılarak kasetlere kaydedilirdi. Şarkıların arasında reklam yer almaz, sadece kamu spotları ya da kayıp ilanları yayınlanırdı.
YARIN: ANILARDA KALANLAR…