Büyükada Güzelliği: Tepeköy ve Kadıyoran’ın Sessiz Zarafeti

Büyükada Güzelliği: Tepeköy ve Kadıyoran’ın Sessiz Zarafeti
Yayınlama: 16.11.2025
A+
A-

Büyükada’ya ayak basan herkesin aklında aynı soru belirir: “Neden İstanbul’un geri kalanı böyle değil?” Bu soru, adanın insana sunduğu sade ama zarif mimari dokunun, korunmuş yeşilin ve dingin atmosferin doğal sonucudur. Aslında, doğru şehir planlamasıyla İstanbul’un büyük bir bölümü aynı güzelliğe ulaşabilirdi. Ne yazık ki, yıllar içinde bozulan yapılaşma, plansızlık ve yoğunluk bu ihtimali elimizden almış görünüyor. Büyükada’yı gezerken, şehrin nasıl olabileceğine dair bir özlem insanın içini burkuyor.

Büyükada’nın Farkı: Canlı, Düzenli ve Kendine Özgü

Prens Adaları’nın en büyüğü olan Büyükada, Heybeliada, Burgazada ve Kınalıada’dan belirgin şekilde ayrılır. Diğer adalar sahil hattından birkaç sokak içeri girildiğinde neredeyse tamamen sükûnete gömülür; açık bir bakkal, küçük bir kafe bile bulmak güçtür. Oysa Büyükada’da vapur iskelesinden itibaren sağa sola doğru yayılan yaklaşık bir kilometrelik canlı bir aks yer alır. Marketler, restoranlar, pansiyonlar, butik oteller ve farklı ihtiyaçlara cevap veren küçük işletmelerle dolu bu bölge, adanın turistik kimliğini açıkça hissettirir. Heybeliada nüfus olarak Büyükada’nın yarısı olmasına rağmen yalnızca üç otele sahipken, Büyükada’da bu sayı kırkı aşmış durumda. Bu bile adanın artık bir “ada merkez” niteliği kazandığının göstergesidir.

Bisiklet kullanımı açısından da Büyükada diğer adalara göre daha elverişlidir. Uzun ve nefes kesen manzaralar eşliğinde ada çevresinde dolaşmak mümkün. Elbette bazı yokuşlar ciddi kondisyon gerektirir, ama çoğu ziyaretçi için tur keyifli bir deneyim olarak kalır.

Kadıyoran ve Tepeköy:
Ada’nın Sessiz Omurgası

Adayı gerçekten anlamak için, kalabalığın arasından sıyrılıp yukarı doğru yürümek gerekir. Tepeköy ve Kadıyoran bu anlamda Büyükada’nın ruhunu en saf haliyle taşıyan noktalardır.

Kadıyoran, ada merkezinin gürültüsünden uzak, eski Rum köşklerinin gölgeleri altında uzanan sakin bir bölgedir. Geniş bahçeli ahşap evler, begonvillerle dolu taş duvarlar, yokuşlara sinmiş iyot kokusu ve rüzgârın sesi burada hâlâ zamana direniyor. İnsan, sokaklarında yürürken sanki İstanbul’dan değil, bambaşka bir coğrafyadan gelmiş gibi hisseder. Bu semtin korunmuş dokusu, “İstanbul aslında böyle olabilirdi” düşüncesinin en güçlü kanıtıdır.

Tepeköy ise adanın en yüksek noktalarına doğru tırmanırken değişen manzaralarla karşınıza çıkar. Yol boyunca çam ağaçlarının arasından deniz mavi bir kesik gibi belirir, sessizlik giderek artar. Faytonların kaldırılması adaya ciddi bir huzur getirmiştir; onların yerine gelen elektrikli minibüsler daha büyük olsalar da sessiz çalıştıkları için doğayla çatışmazlar. Yine de günübirlik ziyaretçi sayısının fazla olması nedeniyle gerçek sükûneti bulmak için Tepeköy’ün yukarılarına çıkmak gerekir.

Bir Adım Uzaktan İstanbul

Ve sonra gün batımıyla birlikte en tepeye ulaşırsınız.

O noktada İstanbul karşınızda tüm ihtişamıyla durur. Şehrin silueti hem çok yakın hem de ulaşamayacak kadar uzak görünür. Kıyıdan bakıldığında karmaşa, kalabalık, gürültü… Hepsi bir anda silinir. Geriye yalnızca muhteşem bir manzara ve insana kendi hayatını sorgulatan bir sessizlik kalır.

Tepeköy’den veya Kadıyoran’ın bir noktasından şehre bakarken içinizden şunlar geçebilir: “Her şey daha farklı olabilirdi…”

Belki de İstanbul’un en güzel hali, ona bir adım dışarıdan bakıldığında ortaya çıkıyor. Büyükada ise bu bakışı mümkün kılan, geçmişle bugünün en zarif dengede buluştuğu bir sığınak olmaya devam ediyor.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.