İstanbul’un gürültüsünden, beton yığınlarından ve bitmek bilmeyen temposundan kalkan bir vapur, dalgaları yararak Marmara’nın maviliklerine doğru ilerlerken, ufukta çam ağaçlarının yeşiliyle bezenmiş bir silüet belirir. Bu, Prens Adaları’nın en büyüğü, eski adıyla Prinkipo, bugünün Büyükada’sıdır. Vapur iskeleye yanaşırken yolcuları ilk karşılayan, 1914 tarihli Osmanlı Neo-Klasik mimarisinin zarif bir örneği olan tarihi vapur iskelesi binasıdır. Martıların çığlıkları, motorların hafif uğultusu ve iyot kokusu, karaya ayak basanlara şehrin kaosunu geride bıraktıklarını fısıldar. Bu ada, ziyaretçilerine bir kaçış, bir nefes alma ve tarihin içinde bir yolculuk vaat eder.
Ancak 2025 yaz sezonu başlarken, bu pastoral tablonun ardında, Büyükada’nın kendisini kritik bir kavşakta bulduğu gerçeği yatmaktadır. Ada, bir yandan zengin tarihi dokusu, muhteşem köşkleri, manastırları ve eşsiz doğasıyla bir cazibe merkezi olmaya devam ederken ; diğer yandan modernleşmenin getirdiği sancılar, ekonomik uçurumlar, altyapı sorunları ve geleceğine dair varoluşsal sorularla boğuşan bir topluluğa ev sahipliği yapmaktadır. Avrupa’nın en büyük ahşap yapısı olan Rum Yetimhanesi’nin kaderi etrafında şekillenen tartışmalar, bu ikilemin en somut ve dokunaklı sembolü haline gelmiştir. Bu haber metni, Büyükada’nın bu iki yüzünü, bir yanda ziyaretçilere sunduğu cenneti, diğer yanda sakinlerinin yaşadığı çileyi, 2025 yazı itibarıyla tüm detaylarıyla mercek altına almaktadır.
Bu bölüm, potansiyel ziyaretçiler için adanın değişen karakteri bağlamında güncel ve kapsamlı bir rehber niteliği taşımaktadır. Ada, 2025 yaz sezonuna yeni düzenlemeler, güncellenmiş fiyatlar ve her zamanki canlılığıyla hazırlanmaktadır.
Büyükada’ya ulaşım, doğası gereği yalnızca deniz yoluyla sağlanmaktadır ve bu deneyim, adanın anakaradan kopuk kimliğinin ilk adımıdır. Ziyaretçiler için bu yolculuk, İstanbul’un farklı noktalarından kalkan çeşitli deniz taşıtlarıyla mümkün olmaktadır.
Anakaradan adaya ulaşım, birden fazla operatör tarafından sağlanan karmaşık bir ağ üzerinden gerçekleşir. İstanbul Şehir Hatları, Mavi Marmara, Turyol ve Prenstur gibi başlıca firmalar; Avrupa ve Anadolu yakalarındaki Kabataş, Beşiktaş, Eminönü, Kadıköy, Bostancı, Maltepe, Kartal, Bakırköy ve hatta Büyükçekmece gibi iskelelerden düzenli seferler yapmaktadır. 2025 yılı itibarıyla Şehir Hatları vapurları için belirlenen ücretler, ziyaretçilere bir referans noktası sunmaktadır: Tam bilet 88,94 TL, adada ikamet edenler için Adakartlı geçiş 55,74 TL ve öğrenci bileti 28,97 TL’dir. (Ücretler değişiklik gösterebilir) Turyol ve Mavi Marmara gibi özel motorlar ise genellikle daha hızlı bir ulaşım sunmakla birlikte, ücretleri daha yüksek olabilmektedir. Sefer saatleri, gün ve operatöre göre büyük farklılıklar gösterebildiğinden, ziyaretçilerin seyahatlerinden önce ilgili firmaların resmi web sitelerini kontrol etmeleri önem arz etmektedir. Özellikle Bostancı’dan 24 saat boyunca devam eden seferlerin varlığı, adanın anakarayla olan bağının ne denli kesintisiz olduğunu göstermektedir. Ayrıca, LGS sınavı gibi özel günler için ek seferler düzenlenmesi, adanın sadece bir turizm merkezi değil, aynı zamanda İstanbul’un yaşayan bir parçası olduğunun kanıtıdır.
Adaya varıldığında ise ziyaretçileri, faytonların yerini alan yeni bir ulaşım sistemi karşılar. Sessiz ve çevre dostu bir çözüm olarak sunulan 13 kişilik elektrikli araçlar, “Adabüs” olarak hizmet vermektedir. Bu araçlar için BA-1’den BA-5’e kadar numaralandırılmış, Çarşı, Maden, Nizam gibi kilit noktaları birbirine bağlayan ve adanın tamamını dolaşan “Büyük Tur” gibi farklı güzergahlar mevcuttur. Ücretlendirme sistemindeki farklılık dikkat çekicidir: Adada yaşayanların kullandığı Adalı Kart ile kısa mesafeli yolculuklar 3,5 TL gibi sembolik bir fiyata mal olurken, standart bir İstanbulkart ile aynı yolculuk 12 TL’dir. ( Ücretler değişiklik gösterebilir) Ancak adanın tamamını kapsayan turistik “Büyük Tur” için belirlenen ücret 60,66 TL’ye yükselmektedir. Bu fiyatlandırma politikası, adanın hem bir yerleşim yeri hem de bir turizm merkezi olma ikilemini yansıtmaktadır. Ulaşım seçenekleri arasında, adanın ruhuyla özdeşleşmiş olan bisiklet kiralama aktivitesi de popülerliğini korumaktadır. 2025 yılı için saatlik bisiklet kiralama ücretleri 100 TL ile 150 TL arasında değişmektedir.
Bu ulaşım seçeneklerinin çeşitliliği, ilk bakışta bir zenginlik gibi görünse de, aslında hem ziyaretçiler hem de ada sakinleri için parçalanmış ve kafa karıştırıcı bir deneyim sunmaktadır. Bir ziyaretçi, adaya ulaşmak için farklı iskelelerden kalkan, farklı fiyat ve seyahat sürelerine sahip çok sayıda şirket arasından seçim yapmak zorundadır. Ada içinde ise, yerel halk için tasarlanmış ucuz ve kısa mesafeli elektrikli otobüsler ile turistler için fiyatlandırılmış pahalı “Büyük Tur” otobüsü ve özel bisiklet kiralama seçenekleri arasında bir ayrım ortaya çıkmaktadır. Bu durum, birleşik bir toplu taşıma sisteminden ziyade, birbiriyle rekabet eden ve farklı amaçlara hizmet eden katmanlı bir yapıyı gözler önüne sermektedir. Ada sakinlerinin de şikayet ettiği bu entegrasyon eksikliği , sadece bir rahatsızlık değil, adanın kimlik mücadelesinin somut bir yansımasıdır. Büyükada, standart bir toplu taşıma hizmeti sunan sıradan bir İstanbul ilçesi mi, yoksa premium hizmetlerin sunulduğu bir tatil beldesi mi? Mevcut ulaşım sistemi, her ikisi de olmaya çalışırken, tam anlamıyla hiçbirini tatmin edemiyor gibi görünmektedir.
Haziran ayının gelmesiyle birlikte Büyükada’da plaj sezonu da resmen açılmaktadır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) ait plajlar 3 Haziran’dan itibaren misafirlerini ağırlamaya başlarken , ada genelinde bütçe dostu halk plajlarından, lüks ve yüksek maliyetli özel “beach club”lara kadar geniş bir yelpazede seçenek sunulmaktadır. Birçok özel işletme, iskeleden kendi plajlarına ücretsiz tekne seferleri düzenleyerek ulaşımı kolaylaştırmaktadır.
2025 yazı için belirlenen plaj giriş ücretleri, adadaki ekonomik ayrışmanın en net göstergelerinden biridir. Aşağıdaki tablo, ziyaretçilerin bütçelerine ve beklentilerine en uygun seçeneği bulmalarına yardımcı olmak amacıyla hazırlanmıştır.
Plaj Adı | Tip | Hafta İçi Giriş Ücreti (2025 TL) | Hafta Sonu Giriş Ücreti (2025 TL) | Önemli Notlar/Hizmetler |
Beltur Büyükada | Kamu/İBB | 200 | 300 | Ekonomik seçenek, Bostancı’dan tekneyle ulaşım, kafe ve restoran mevcut. |
Nakibey Plajı | Aile/Özel | 700 | 900 | 1984’ten beri hizmet veren köklü bir aile işletmesi, restoran, cankurtaran. |
Yörükali Plajı | Aile/Özel | 700 | 900 | Aileler için uygun, konaklama imkanı, iskeleden ücretsiz tekne servisi. |
Aya Nikola Plajı (Ank’Ada) | Özel | 800 | 1.000 | Genellikle dalgasız deniziyle bilinir, romantik bir atmosfer sunar, Ank’Ada bölümü 16+ yaş sınırı uygulayabilir. |
Prenses Koyu Plajı | Özel | 550 | 750 | Sığ denizi sayesinde çocuklu aileler ve yüzme bilmeyenler için ideal, restoran seçenekleri mevcut. |
Nizam Plajı | Özel | 500 | 600 | Merkeze nispeten yakın, daha sakin bir alternatif. |
Elio Sedef | Lüks/Beach Club | 1.500 | 1.500 | Sedef Adası’nda yer alan lüks segment bir işletme, özel tekneyle ulaşım. |
Genel Özel İşletmeler | Genel | 600’dan başlar | 1.500’e kadar çıkar | Fiyat aralığı oldukça geniştir, bazı işletmeler giriş ücretini içeride harcama limiti olarak belirlemektedir. |
Bu fiyat listesi, sadece bir maliyet dökümü olmanın ötesinde, adanın sosyo-ekonomik yapısının ve “eğlencenin soylulaştırılması” olarak adlandırılabilecek sürecin nicel bir ölçütüdür. En ucuz kamu seçeneği olan Beltur plajı (200 TL) ile en pahalı özel işletmelerden biri olan Elio Sedef (1.500 TL) arasındaki 7,5 katlık fiyat farkı, normal bir piyasa çeşitliliğinin çok ötesinde, derin bir uçurumu işaret etmektedir. İBB’nin kendi plajlarını “ekonomik” ve “erişilebilir” olarak tanıtması , açık bir kamu politikası beyanıdır. Özel sektörün fiyatlandırması ise bu anlatıya tamamen zıt bir karşı-anlatı oluşturmaktadır. Sonuç olarak ada, bir yandan belediye tarafından kitleler için uygun fiyatlı bir kaçış noktası olarak pazarlanırken, diğer yandan özel teşebbüsler tarafından elit bir kesim için lüks bir destinasyon olarak konumlandırılmaktadır. Bu durum, adanın kimliği ve markası üzerinde bir çatışma yaratmaktadır. Bu ekonomik baskı, kimin adada hoş karşılandığını ve kimin dışlandığını belirleyen güçlü bir faktördür. Ortalama bir İstanbullu ziyaretçiyi yabancılaştırma ve paylaşılan bir kamusal mirası bir meta haline getirme riski taşımaktadır. Plaj gibi en demokratik mekanlardan birinin, ekonomik ayrışmanın bir aracına dönüşmesi, ada sakinlerinin “şehirleşme” ve evlerinin karakterinin değişmesine yönelik endişelerinin altında yatan temel dinamiklerden biridir.
Büyükada, ziyaretçilerine deniz ve güneşin yanı sıra doğa, spor, kültür ve lezzet dolu birçok alternatif sunmaktadır.
Adanın ruhuyla bütünleşen bisiklet turları, tarihi köşklerin önünden geçen ve çam ağaçlarının gölgelediği yollarda pedal çevirme imkanı sunarak en popüler aktivitelerin başında gelir. Daha sakin bir gün geçirmek isteyenler için Dilburnu Tabiat Parkı ve Büyükada Tabiat Parkı (Milli Park olarak da bilinir), yürüyüş, piknik ve kuş gözlemciliği için eşsiz fırsatlar sunar. Adrenalin arayanlar için ise kano, yelken ve paddleboard gibi su sporları mevcuttur.
Adanın kalbi olarak nitelendirilebilecek Ada Çarşısı, yerel el sanatları ürünlerinden meşhur ada dondurmasına kadar geniş bir yelpazede alışveriş imkanı sunar. Tarihi Saat Kulesi’nin bulunduğu Saatli Meydan ise çevresindeki kafe ve restoranlarla adanın sosyal hayatının merkezindedir. Sahil boyunca sıralanan balık lokantaları, taze deniz ürünleriyle gastronomi meraklıları için unutulmaz bir deneyim vaat eder.
Bu bölüm, adanın pratik rehberliğinden sıyrılarak, ruhunu tanımlayan derin tarihi ve kültürel katmanlara odaklanmaktadır. Büyükada’nın her köşesi, bir zamanlar burada yaşamış, sürgün edilmiş veya ilham bulmuş insanların hikayeleriyle doludur.
Büyükada’nın, özellikle Nizam ve Maden mahallelerinin yokuşlu sokaklarında gezinmek, adeta bir açık hava mimarlık müzesinde dolaşmak gibidir. Bu köşkler, çoğunlukla 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında, Osmanlı İmparatorluğu’nun Batılılaşma döneminde inşa edilmiş olup, Neoklasik, Art Nouveau ve Eklektik gibi dönemin popüler mimari akımlarının en zarif örneklerini sergilerler.
Bu görkemli yapılar arasında bazıları, barındırdıkları hikayelerle öne çıkar:
Büyükada’nın fiziki coğrafyası, aynı zamanda derin bir manevi coğrafyayı da barındırır. Adanın farklı noktalarına dağılmış olan mabetler, İstanbul’un kozmopolit geçmişinin yaşayan birer arşivi niteliğindedir. Bu yapıların bir arada varlığını sürdürmesi, sadece tarihi bir tesadüf değil, bir zamanlar adada hüküm süren bir arada yaşama kültürünün somut kanıtıdır.
Bu manevi manzara, tek bir inançla sınırlı değildir. Adanın farklı köşelerinde yükselen diğer yapılar, bu çok kültürlü mozaiği tamamlar:
Bu yapıların küçük bir ada üzerinde bir arada bulunması, rastgele bir yerleşimden çok daha fazlasını ifade eder. Hamidiye Camii ve Hesed Le Avraam Sinagogu’nun aynı padişah döneminde inşa edilmesi , çok dinli bir imparatorluk nüfusunu yönetmeye yönelik bilinçli bir politikanın ürünüdür. Bu durum, adanın sadece binaların bir araya geldiği bir yer değil, farklı inançların bir arada yaşadığı ve etkileşimde bulunduğu bir ekosistem olduğunu göstermektedir. Günümüz dünyasının sıklıkla dini çatışmalarla anıldığı bir dönemde, Büyükada’nın bu manevi coğrafyası, tarihten gelen güçlü bir bir arada yaşama modelinin somut bir örneği olarak ayakta durmaktadır. Bu miras, adanın ruhunu anlamak için en az köşkleri ve plajları kadar önemlidir.
Büyükada’nın tarihi, bir madalyonun iki yüzü gibidir: bir yanda siyasi sürgünlerin hapsedildiği bir ceza mekanı, diğer yanda sanatçıların ve yazarların ilham bulduğu bir sığınak.
Pastoral manzaranın ve tarihi dokunun ardında, Büyükada’nın sakinleri günlük yaşamlarında ciddi zorluklar ve çatışmalarla yüzleşmektedir. Bu bölüm, adanın idyllic cephesinin altındaki güncel gerilimleri araştırmaktadır.
Faytonların kaldırılmasının ardından İBB tarafından hizmete sokulan yeni ve büyük elektrikli minibüsler, ada sakinleri arasında büyük bir tartışma başlatmıştır. Halk tarafından “azmanbüs” (canavar otobüs) gibi aşağılayıcı bir lakapla anılan bu araçlar , sadece bir ulaşım aracı olmanın ötesinde, adanın geleceğine dair derin bir endişenin sembolü haline gelmiştir.
Ada sakinlerinin protestolarının ve tepkilerinin temelinde yatan en büyük korku, “şehirleşme”dir. Onlara göre bu büyük otobüsler, adanın kendine özgü, yaya odaklı, sakin ve insani ölçekteki dokusunu yok etmekte ve onu anakaranın bir uzantısı haline getirme yolunda atılmış ilk adımdır. Bu soyut korku, pratik şikayetlerle de desteklenmektedir. Ada halkı, araçların dar sokaklar için çok büyük olduğunu, kalkış ve bekleme noktalarının yanlış planlandığını ve tekerlekli sandalyeli engelli vatandaşların erişimine uygun olmadığını dile getirmektedir. Ayrıca, bu araçlar için hız limiti getirilmesi gibi güvenlik talepleri de bulunmaktadır. Bu tepkiler, aynı zamanda geçmişe duyulan bir özlemi ve kimlik arayışını da yansıtmaktadır; bazı sakinler, sembolik de olsa, bakımlı ve düzenli bir fayton sisteminin korunabileceğini savunmaktadır.
Resmi makamlar ise bu araçları, hayvan hakları ve çevre kirliliği gibi sorunlar yaratan fayton sistemine modern, temiz ve sessiz bir alternatif olarak sunmaktadır. Ancak bu pratik çözüm, ada halkının gözünde bir dayatma olarak algılanmaktadır. “Azmanbüs” tartışması, basit bir ulaşım lojistiği anlaşmazlığından çok daha derindir. Bu, yerel topluluğun, adalarının geleceğinin kendilerine danışılmadan, dışarıdan (İBB tarafından) belirlendiği hissine kapıldığı bir vekalet savaşıdır. Ada sakinlerinin “azmanbüs” ismini seçmesi, bu duruma duydukları öfke ve kırgınlığın bir ifadesidir. Otobüs, onların kaçtıkları anakara şehrini andıran, somut ve fiziki bir “öteki” haline gelmiştir. Güzergah planlaması, araç boyutu ve erişilebilirlik gibi pratik şikayetler , daha derin bir anlatıyı beslemektedir: “Bu çözüm, biz ada sakinleri düşünülerek tasarlanmadı, bize dayatıldı.” Bu durum, adalılar ile metropol yönetimi arasındaki güven bunalımını ve iletişim kopukluğunu gözler önüne sermektedir. Otobüs, ada halkının kendi evleri üzerindeki kontrolü kaybetme hissinin güçlü bir sembolü haline gelmiş ve bu da tartışmayı basit bir toplu taşıma meselesinden çok daha ateşli bir hale getirmiştir.
Turistlerin genellikle görmediği bir diğer gerçeklik ise adanın altyapısının ve ekonomisinin üzerindeki ağır yüktür. İBB’nin kendi saha çalışmalarında dahi tespit ettiği gibi, ada sakinleri ciddi ve kronik sorunlarla mücadele etmektedir.
2025 yazı için belirlenen plaj ücretleri, adadaki “fahiş fiyatlar” tartışmasının en somut ve çarpıcı kanıtıdır. Özel işletmelerin plaj giriş ücretlerinin hafta içi 600 TL’den başlayıp hafta sonu 1.500 TL’ye kadar çıkması , adanın artık ortalama bir İstanbullu için erişilebilir bir yer olmaktan çıktığı yönündeki endişeleri körüklemektedir.
Bu fiyatlandırma modeli, adayı fiilen ekonomik bir ayrıma tabi tutmaktadır. Bir zamanlar her kesimden İstanbullu için demokratik bir kaçış noktası olan ada, giderek daha seçkin ve varlıklı bir kitleye hitap eden bir yer haline gelme riskiyle karşı karşıyadır. Bu durum, İBB’nin kendi işlettiği Beltur plajını 200-300 TL gibi “ekonomik” bir seçenek olarak sunmasıyla daha da belirginleşmektedir. Bu, piyasa güçleriyle çatışan bilinçli bir kamu müdahalesini göstermektedir. Ancak bu müdahale, adanın genelindeki fiyat artışlarını dengelemeye yetmemektedir. Sonuç olarak, ada, bir zamanlar sunduğu “herkes için cennet” vaadini yitirerek, sadece parası olanların girebildiği özel bir kulübe dönüşme tehlikesiyle yüzleşmektedir.
Büyükada’nın karşı karşıya olduğu tüm bu gerilimler, adanın en ikonik ve en trajik yapısının kaderinde düğümlenmektedir. Büyükada Rum Yetimhanesi’nin geleceği, adanın kendi geleceği için bir metafor haline gelmiştir.
Mimar Alexandre Vallaury’nin eseri olan, Avrupa’nın en büyük ahşap yapısı olarak tescilli Büyükada Rum Yetimhanesi, paha biçilmez bir kültür mirasıdır. Ancak bu mimari harikası, 1964 yılında kapatılmasından bu yana geçen yarım asırdan fazla süredir ihmal edilmiş, zamanın ve doğanın insafına terk edilerek çürümeye yüz tutmuştur.
Yıllardır süren restorasyon çabaları, projenin devasa maliyeti nedeniyle sonuçsuz kalmıştır. İBB iştiraki BİMTAŞ tarafından yapılan dijital belgeleme çalışmaları , restorasyon için yaklaşık 20 milyon Euro’luk bir bütçe gerektiğini ortaya koymuştur ki bu, bulunması imkansız bir meblağ olarak kalmıştır. Bu uzun ve yorucu sürecin sonunda, 3 Haziran 2025 tarihinde Fener Rum Patrikhanesi’nden tarihi bir karar geldi.
Patrikhane, tam ve ticari olmayan bir restorasyon için finansman bulma yönündeki “sayısız uğraşın maalesef sonuçsuz kaldığını” belirterek , yapıyı tamamen yıkılmaktan kurtarmak için alanda “turizm faaliyetleri” geliştirilmesi yönünde oybirliğiyle karar aldığını duyurdu. Bu plana göre yapı, uzun vadeli bir kiralama modeliyle, adanın mimari ve sosyal karakterine uygun, ekolojik standartlara özen gösteren bir turizm tesisine dönüştürülecektir. Bu karar, yapının mirasına saygı duyarak ve Prens Adaları’nın ekonomik, sosyal ve kültürel gelişimine katkıda bulunma hedefiyle gerekçelendirilmektedir.
Bu karar, bir “pragmatik trajedi” olarak nitelendirilebilir. Finansal gerçekliğin, saf koruma idealine karşı acı bir zaferidir. Patrikhane’nin bu yola başvurması, bir tercihten ziyade bir zorunluluğun sonucudur. Bu karar trajiktir, çünkü binanın bir zamanlar kimsesiz çocuklara yuva olan ruhu, ticari bir işletmenin kar mantığıyla yer değiştirecektir. Ancak pragmatiktir, çünkü bu ticari dönüşüm olmadan alternatif, binanın tamamen yok olmasıdır. Yetimhane’nin kaderi, Büyükada’nın temel ikileminin en güçlü sembolüdür. En değerli mirasların bile modern ekonominin baskıları karşısında nasıl bir uzlaşmaya zorlanabileceğini ve bu uzlaşmanın bir yerin anlamını nasıl kökten değiştirebileceğini göstermektedir. Bu, adadaki diğer tarihi yapıların gelecekte nasıl “kurtarılabileceğine” dair de endişe verici bir emsal teşkil etmektedir.
Yetimhane kararı, “azmanbüs” çatışması, altyapı sorunları ve fahiş fiyatlar, birbirinden bağımsız olaylar değildir. Bunların hepsi, aynı temel mücadelenin farklı semptomlarıdır: Büyükada’nın ruhunu korumak ile 21. yüzyılın taleplerini karşılamak arasındaki dengeyi bulma mücadelesi.
Ada, iki farklı gelecek senaryosunun eşiğindedir:
Bu yollardan hangisinin seçileceği, Adalar Belediyesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve merkezi hükümetin, ada sakinleri ve sivil toplumla kuracakları diyalog (veya çatışma) ile belirlenecektir.
Vapur, İstanbul’a geri dönmek üzere Büyükada’dan ayrılırken, kıyıdan uzaklaşan manzara artık sadece güzel bir kartpostal değildir. O tarihi köşkler, İsa Tepesi’ndeki o sessiz ve devasa yetimhane, kalabalık plajlar ve protesto eden ada sakinleri, artık daha derin bir anlam taşımaktadır. Ziyaretçi, artık adanın sadece bir kaçış noktası değil, aynı zamanda kendi kimliği ve geleceği için mücadele eden karmaşık, yaşayan bir organizma olduğunu bilmektedir.
2025 yazı ilerlerken, Büyükada için asıl meydan okuma, sadece turistleri yönetmek veya yolları asfaltlamak değildir. Asıl soru, Marmara’nın bu incisinin ne tür bir cennet olmak istediği ve bu cennetin kimler için olduğudur. Adanın geleceği, bu hassas dengede pamuk ipliğine bağlı durmaktadır.