ABD Başkanı Donald Trump’ın yeniden göreve gelişiyle birlikte Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir sayfa açıldığı gözlemleniyor. Bu yeni dönemde, iki ülke arasında on yıllardır çözülemeyen kronik sorunlardan biri olan Fener Rum Patrikhanesi Ruhban Okulu meselesi yeniden gündeme geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dönemin ABD Başkanı Donald Trump’a Oval Ofis’te söylediği “Üzerimize ne düşerse yapmaya hazırız” ifadesi, bu kadim dosyada bir kırılma anı olarak kayıtlara geçti. Peki, neredeyse yarım asırdır süren bu çıkmazın arkasında hangi dinamikler yatıyor? Ve nihayet bir çözüm mümkün mü?
Sorunun kökleri 1971 yılına uzanıyor. O yıl, Anayasa Mahkemesi’nin aldığı bir kararla özel yüksekokul statüsündeki Heybeliada Ruhban Okulu, Türkiye’deki tüm özel yükseköğretim kurumlarıyla birlikte kapatıldı[^1]. O günden bu yana, başta ABD olmak üzere Batı dünyasından gelen yoğun taleplere rağmen okul açılamadı. Bunun ardında Türkiye’nin iç ve dış politikasını şekillendiren dört temel mesele bulunuyor. İlki, eşitlik ve misilleme korkusudur. Devletin resmi söylemi, yalnızca Ortodokslara özel bir yükseköğretim kurumu açılması halinde diğer dini ve etnik grupların da benzer taleplerle ortaya çıkacağı ve eğitim sisteminde kontrolsüz bir parçalanmaya yol açacağı yönündedir. Bu nedenle konu, bir hak değil, eşitlik ilkesini zedeleyebilecek bir istisna olarak görülmektedir[^2].
İkinci mesele Lozan Antlaşması’nın getirdiği çerçevedir. Antlaşma, azınlıklara kendi okullarını açma hakkı tanır, ancak bu kurumların devletin denetimi altında olması koşuluyla. Ruhban Okulu ise sıradan bir lise değil, yükseköğretim seviyesinde bir ilahiyat okuludur. Patrikhane’nin özerklik talebi, Ankara tarafından mevcut yasal düzenlemelerin dışında değerlendirilmiştir[^3].
Üçüncü mesele, egemenlik ve devlet kontrolüdür. Türkiye, sınırları içindeki her eğitim kurumunun müfredatını ve işleyişini denetlemeyi ulusal egemenliğinin bir parçası sayar. Ruhban Okulu’nun tarihsel olarak özerk bir yapıda faaliyet göstermek istemesi, bu anlayışla çatışmaktadır. Yani papaz yetiştirilecekse bunun Türk üniversite sistemine entegre edilmesi ve devletin belirlediği ders çerçevesinde yapılması istenmektedir[^4].
Son olarak konu, dış politikada bir pazarlık aracı olarak kullanılmaktadır. Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerde Ruhban Okulu sıklıkla bir takas unsuru haline gelmiştir. Ankara, okulun açılmasını Batı Trakya’daki Türk azınlığın haklarının iyileştirilmesine bağlamış, vakıf malları, eğitim ve müftü seçimi gibi konularda ilerleme talep etmiştir[^5]. İkili ilişkiler gerildiğinde dosya rafa kaldırılmış, yumuşama dönemlerinde ise yeniden gündeme gelmiştir.
Tüm bu engellere rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2019’daki açıklaması, meselenin artık salt bir “açmamakta diretme” politikasına indirgenmediğini göstermektedir. Olası bir çözüm, okula “özerk” değil, “özel” statü tanınması; müfredatında Patrikhane’nin söz sahibi olduğu ancak genel çerçevenin devlet tarafından belirlendiği, yükseköğretim sistemine entegre bir model olabilir. Bu formül, hem devletin egemenlik kaygılarını giderebilir hem de Patrikhane’nin nitelikli din adamı yetiştirmesine imkân tanıyabilir.
Ruhban Okulu meselesi yalnızca bir bina veya okul sorunu değil; Türkiye’nin laiklik anlayışını, azınlık haklarını, ulusal egemenlik algısını ve dış politika dengelerini yansıtan bir aynadır. “Üzerimize düşeni yapmaya hazırız” sözü, bu dengeleri gözeten, Türkiye’nin iç hukukuna uygun ve diğer gruplar için emsal teşkil etmeyecek özgün bir çözüm formülüyle desteklendiği takdirde, yarım yüzyıllık bu kördüğüm çözülebilir ve Türk-Amerikan ilişkilerinden büyük bir yük kalkabilir.
⸻
[^1]: Anayasa Mahkemesi Kararı, 1971 – Özel yüksekokulların kapatılması.
[^2]: Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı resmi söylemleri, 1980–2000 dönemi.
[^3]: Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923, azınlık hakları hükümleri.
[^4]: YÖK ve Milli Eğitim mevzuatında yükseköğretim denetimi.
[^5]: Türkiye–Yunanistan ikili görüşmeleri, Batı Trakya Türk azınlığına ilişkin raporlar.
⸻
Haluk Direskeneli