Dün akşamüstü Kınalıada’dan şehre inmek için sıkıntı yaşadım. IDO iskelesine gidince tarifede yazılı deniz otobüsü seferinin hiçbir neden gösterilmeden ve haber de verilmeden kaldırıldığını öğrendim. Yolcular hayret içerisinde vapur iskelesine doğru koştular.
Beşiktaş’a varınca hemen yolculara amade bekleyen toplu taşıma araçlarına yönlendik. Yanıma, sadeliği içinde çok modern görünen cici bici genç bir hanım oturdu. İlk durakta otobüse yürüme zorluğu olan, yaşlı bir hanım bindi. Yol arkadaşım hemen yerinden kalktı, yaşlı hanıma yalnız yer vermekle kalmadı, aynı zamanda oturmasına ve çantasını yerleştirmesine de yardımcı oldu. Otobüs dolmuştu.
Teşvikiyeye gelmiştik bile. İnsanlar günün sıcaklığından bunalmış otobüse binmeye çalışırken aniden çirkin bir ses yükseldi. “ Yürüsenize, hadeeeee “. Şoför bey çığlık gibi yükselen sesin tekrarlanmaması için olacak “ Engelli oturuyor hanım. Sakin olalım “ demek ihtiyacını hissetti. Gerçekten 50 yaşlarında spastik bir yolcu ve yanında annesi olacak bir hanımefendi yerleşmeye çalışıyorlardı. Açıklamadan hiç rahatsız olmayan kadın “ Ne yapayım BEEE, engelli ise engelli “ demek cüretini gösterip şoförü azarlamakla da kalmadı, zafer kazanmışcasına “ Bana neee “ diye kükredi. Tüm yolcular hep birlikte kadına karşı çıktılar. “ İndirin otobüsten “ dedim. Herkes bir şeyler söylerken bir başka hanım “Assimile edelim efendim, ben yüksek sesle konuşmaya alışmamışım “ diyebildi. Bir beyefendi öylesine sert çıktı ki, engelli bir vatandaşı hiçe sayan mahlûkun ilk durakta inmesini sağladı. Siz o kadının utandığını mı sandınız? Hayır, otobüsten inmeden ve caddeden “ Allah topunuzun belasını versin “ diye haykırdı. Engellere gelesin be kadın.
Harbiye, Osmanbey, Rumeli Caddesi, Nişantaşını pustte bile gezmiş olan ben, kendimi başka bir ülkede rahatsız hissetmenin üzüntüsünü yaşadım. Gezmek veya alışveriş amacı ile bile olsa artık uğrayacağımı zannetmediğim o muhitte, ülkem insanının veya son zamanlarda çokça konu edilen turistlerimizin karma karışık kıyafetlerle salınarak yürüdüklerini görünce aslında iki uç yaşadığımızı net olarak anlıyoruz.
Turistlerden bahsetmeyeceğim ama bizim kadınlarımızın değişik modellerde kapandıklarını fakat buna paralel, luxü sevdiklerini, harcamadan kaçınmadıklarını, aşklarını veya birlikteliklerini ulu orta saklamadan yaşamaktan vazgeçmediklerini açıkça görüyoruz. Buna mukabil çok rahat kıyafetlerle, hatta eskiye nazaran çok daha dekolte, çok daha cüretkâr kıyafetlerle, gerekmeyen yer ve zamanlarda arz-ı endam eden hatunlarımızı da izliyoruz.
Zaman zaman göz zevkimiz bozuluyor, zaman zaman ülkemize, kendimize, örf ve adetlerimize uymayan manzaralarla karşılaşıyoruz. Bir an düşünecek olursak, eskilere gidecek olsak, onlar giyimde çok daha ölçülüydü, çok daha zarif, çok daha medeni ve çok güzellerdi.
Namus mu ? O ne etek boyunda, ne saçta ama baştadır başta. Lüle lüle düşen bir saçta arandığı kadar sıkı sıkıya gizlenmiş ipek telli saçların altından, bir çapkın, bir tatlı, bir manalı bakıştadır. Namus beyinde, namus yürekte, namus gönülde, verilen bir sözde, insanın insana, hayata, başkasının hayatına bakış açısındadır namus. Kimsenin hayatına engel olmadan, beş kuruş çalmadan, kendine hakim, onurlu ve sadık yaşamaktır namus.
Mevsimler karıştı, gece gündüze bulaştı. İç güdüleri ile yaşayan insanlar, akılları ermeden fikir üreten insanlar, dünyadan bihaber bomboş bakan, boş gülen insanlar, dünyası olmayanlar, akıl mantık ve zekaları ile analiz sentez yapma yeteneği olan insanlar, ne yazık ki birbirlerine karışamadılar.
Sosi Cındoyan