“Yeşilçam Filmleri” dediğimiz zaman eminim hepimizin yüreğinde bir sızı, dilinde ise “Ahh nerede o eski Yeşilçam Filmleri” olduğunu biliyorum. O dönem filmlerinin popüler çocuk oyuncuları Zeynep Değirmencioğlu, Menderes Utku, Ömer Dönmez, Sezer İnanoğlu gibi Mine Çayıroğlu’nun da oyunculuk kariyeri çocukluk yaşında Kadir İnanır ve Seda Sayan’ın başrollerini paylaştığı “İmparator” filmiyle başlamıştır. Sinemamızın usta sanatçıları Türkan Şoray, Tarık Akan, Zuhal Olcay, Aydan Şener gibi birçok değerli sanatçıyla kamera karşısına geçen Mine Çayıroğlu, yetenekli olduğu kadar mesleğinde eğitimin öneminin farkında olarak İngiltere’nin en iyi drama okullarından biri olan “Guildford School of Acting”de 3 yıl oyunculuk eğitimi almış ve giriş sınavlarına Haluk Bilginer’in özel oyunculuk dersleriyle hazırlanmıştır. Kariyeri boyunca “Amansız Yol, Berdel, Beyza’nın Kadınları, Çalıkuşu, Yeniden Doğmak, Şara, Aşka Sürgün, Parmaklıklar Ardında, İffet ve Söz” gibi birçok sinema ve dizide rol almıştır. Ayrıca çocukluğundan beri içinde bir tutku olan müziğe ağırlık verip, 2004 yılında Mete Özgencil ile bir yıllık titiz çalışmanın sonucu olarak “Zümrüt Gibi” ayrıcalığı olan bir albümü müzik severlerin beğenisine sunmuştur… Son olarak “Günebakanlar” şarkısıyla duygularımıza tercüman olan sanatçıyla, pandemi sürecinde zorda olsa bir araya gelip samimi bir söyleşiye imza attık, biz sohbet esnasında çok keyif aldık eminim sizde okurken aynı samimiyeti ve sıcaklığı hissedeceksiniz. Sevgiyle kalın.
Merhaba Mine Hanım nasılsınız, sanat camiasında sadece sanatıyla yer edinen bir sanatçı olarak özel hayatı en çok merak edilen isimlerden birisiniz. Sevenleriniz adına soruyorum: Işıklar sönüp evinize gittiğinizde nasıl bir Mine Çayıroğlu var?
Müziğin ruhu ve bedeni iyileştirici gücünden beslenen, bu anlamda söz yazıp beste yapan, sürekli üretim halinde olan, oğlu Derin Denizle, ailesiyle ve aynı zamanda dostlarıyla birlikte olmaktan mutlu, yaşamı sorgulayan, yeni hedefler belirleyen, sanatın her dalına ilgi duyup yaşamına renk katan, kendini geliştirmeye önem veren, hayvan sevgisiyle dolu, felsefe ve psikolojiye ilgi duyan, sürekli araştıran, kimi zaman coşkulu ve kimi zaman da melankolik bir Mine Çayıroğlu var.
Çocukluk döneminize gitmek istiyorum: Mine nasıl bir çocuktu?
Ben çok yaramaz, neşeli, meraklı ve hiperaktif bir çocuktum. Müzik ve oyunculuğa hep bir ilgim vardı. Ayna karşısına geçer, annemin kıyafetlerini giyer, saatlerce değişik karakterlere bürünür, oynardım. Klasik müziğe ve bestecilerin hayatlarına dair kitaplar okurdum. Çok sevdiğim çocuk kitapları vardı; “Palavracı Baron” ve çok etkilendiğim Benim küçük Üçkâğıtçım”, “Şişkolar ve Sıskalar” gibi. Hayal kurmayı çok severdim. O zamanlardan hayatı sorgular, şiirler yazardım. Duygusal ve paylaşmayı seven bir çocuktum. Sevgi doluydum.
Siyasetçi bir babanın kızı olarak, siyasete ilginiz var mı?
Siyasete hiç ilgi duymuyorum. Elbette dünyada ve ülkemizdeki siyasi düzeni sorguluyor, eleştiriyor ve takip ediyorum ancak birebir siyasetin içinde olmayı düşünmüyorum.
Yeşilçam’ın popüler çocuk oyuncularından birisiniz. Beyazperde ile tanışma hikâyenizi dinlemek isterim?
İlk olarak 6 yaşında oyunculuğa başladım. Başta ailemin desteği ve Şenay Ülkü’nün beni ilk sete götürmesi ve emekleri sayesinde… İlk filmim “İmparator” adlı bir sinema filmiydi. Sonrasında “Acımak” ve “Çalıkuşu” gibi edebi eserlerin tv uyarlamalarıyla daha çok tanınmaya ve sevilmeye başladım. Bulgar zulmünü konu alan “Yeniden Doğmak” adlı tv dizisiyle o dönemde siyasetin çözemediğini Aysel rolümdeki performansımla çözebildim ve Aysel uzak kaldığı ailesine kavuştu. Elbette bunu çok değerli oyuncu kadrosu, ekip ve Osman Seden’in sayesinde başardık. Artık daha çok tanınıyor ve proje teklifleri geliyordu.
“Set çalışanları ve köylüler kurtardı.”
Film çekimi esnasında yaşayıp hiç unutmadığınız bir anınız var mı?
“Aysarı’nın Zilleri” adlı tv dizisi çekimlerinde rol gereği beni kara gömdüler. Bir takım aksaklıklar yaşandı ve ben donma tehlikesi geçirdim. Neyse ki set çalışanları ve de köylüler kurtardı.
Yeşilçam’ın dev isimleriyle çalışma imkânı yakaladınız. Okuyucularımıza tekrar hatırlatmak niyetiyle hangi oyuncularla kamera karşısına geçtiniz?
Türkan Şoray, Tarık Akan, Zuhal Olcay, Kadir İnanır, Aydan Şener ve birçok değerli oyuncularla çalışma fırsatı elde ettim.
Yeşilçam filmlerinin senaryoları ile günümüz filmlerinin senaryolarını karşılaştırırsak ne gibi değişimler gözlemliyorsunuz?
Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Elbette Yeşilçam döneminden bu yana senaryo kavramı ile ilgili birçok şey değişti. Yeşilçam döneminde de güçlü senaryolar yazıldı, evrensel dili olan beni etkileyen birçok filmde çalışabildim. Ancak şimdiki senaryoların altyapısı, diyalogları sanki daha çok oyuncuyu besliyor ve karakter yaratım sürecinde zorlayabiliyor. Bunu iyi anlamda söylüyorum. Felsefi ve psikolojik açıdan daha zenginleşti diye düşünüyorum.
Merak ettiğim için soruyorum: Eğitimli ve oldukça yetenekli bir oyuncusun, hayat verdiğin bütün karakterler o dönem içerisinde dikkat çekiyor ve oyunculuğunuz takdir ediliyor. Peki, Mine Çayıroğlu neden hep yardımcı roller de yer aldı?
Çocuk oyuncu olarak başladığım film sektöründe birçok başrolde de oynadım. Bana göre resmin bütününe bakmak gerekir. Başrol, yardımcı rol ve karakter oyuncusu olmak fark etmez; önemli olan filmdeki rolünüzün başka hayatlara dokunabiliyor olması ve etkisi.
Dizi sektörüne uzun bir ara vermiştiniz, bu uzun aranın sebebi nedir?
Dizi sektörüne ara vermem hem yurtdışına gidip tiyatro eğitimi almam hem de seçici olmamla ilgili.
“Söz”ün kadrosuna dahil olma sürecinden bahseder misin?
“Söz” dizisinin kadrosuna dahil olmam, oyunculuk menajerim Tümay Özokur ve ekibinin çalışmaları sayesinde oldu.
Canlandırdığınız Nisan’ı analiz edebilir misiniz? Doğrularıyla, yanlışlarıyla nasıl bir karakterdir?
Nisan Hanım Türkiye’de ve yurt dışında faaliyet gösteren bazı terör örgütlerinin gizli lideri konumundaki kişidir. Ülkenin işgaline yol açacak eylem planının üst düzey planlayıcısı konumundadır. Milli Güvenlik Protokolü’nü ele geçirip Türkiye’nin işgali sonrası, sözde yeni yapılanmayı yönetecek olan Nisan, terörün yasal ayağı konumundadır. Ülke içinde ve dışında suç unsuru olabilecek hiçbir planlamanın içinde bulunmaz. Sadece bilinmeyen ve hiçbir zaman öğrenilemeyecek karar mekanizmasıdır o. 40’lı yaşların başında, duruşuyla ve konuşmasıyla kararlı görünmektedir. Türkiye vatandaşı olmadığı için bizim topraklarımızda uluslararası bir koruması vardır. Her zaman bir adım öncesinden hazır olduğu için, yanılma payı yokmuş gibi davranır ve karşısındakine bunu kabul ettirir. Karanlık ve acımasız yüzünü nadiren gösterir. Ama o durumda bile yaptığı sadece emir vermektir. Elini kire, pisliğe bulaştırmaz. Aşırı titiz davranır. Dragan’ı Türkiye’deki eylemlerinde hem finans olarak, hem de üst akıl olarak destekleyen kişi Nisan’dır.
“Tiyatro, insanı insana anlatan oyunculuğun er meydanıdır.”
Sence tiyatro nedir ve neden değerli?
Tiyatro, insanı insana anlatan oyunculuğun er meydanıdır. Tiyatro yüz yıllardır toplumsal yozlaşmayı eleştiren bir duruştur. Hayat damarlarından en önemli olanıdır.
Sence beklediği önemi görüyor mu ve gençlerin tiyatroya ilgisi nasıl?
Günümüzde gençlerin tiyatroya ilgisi arttı. Teknolojik gelişmeleri ve engelleri saymazsak tabii…
Sinema, tiyatro ve dizi… Çok mu farklıdır bu üç alanda oyunculuk?
Oyunculuk, Tiyatro oyunculuğu, Sinema oyunculuğu diye sınırlandırılamaz. Tiyatro ve sinemadaki oyunculuk sergilenişleri bakımından farklılıklar gösterir. Sinema ve tiyatro oyunculuğunun farkları, kullanılan alanlardaki çerçevesel boyutlardadır. Bu boyutları doğru sentezleyen iyi bir oyuncudur.
Oyunculuğun zirvesindeyken neden müzik hedefin haline geldi?
Müzik çocukluğumdan beri içimde bir tutkudur. Oyunculuk serüvenimde bana hep eşlik eden, beni besleyen yücelten bir sanat dalıdır müzik. İngiltere’de tiyatro eğitimim öncesinde ve sonrasında özel şan dersleriyle kendimi geliştirmeyi hedefledim. Çok değerli hocalarla çalıştım. Güzin Gürel, Peter Roberts ve Nilgün Serimoğlu’nun emekleri ve desteğiyle özgüvenim arttı. Halen Nilgün Serimoğlu’ndan şan dersleri alıyorum. Ses eğitiminin öneminin farkında olarak, kişisel çabalarımla da müzik yolculuğum devam edecek. Şarkı sözü yazıyorum, beste yapıyorum ve müzikle besleniyorum. En büyük hayallerimden bir tanesi de bir müzikalde oynamak.
Müzik kariyerinize ilk stüdyo albümünüz “Zümrüt Gibi” ile başladın. Bizlere o yolculuktan bahsedebilir misin?
“Zümrüt Gibi” ayrıcalığı olan bir albüm. Albümün çıktığı döneme göre, farklı bir soundu olan bir albüm. İlk albüm yapma fikri doğduğunda kimlerle çalışabilirim diye düşündüm. Aklımda hep Mete Özgencil ile çalışmak vardı. Most Production’ın sahibi Mustafa Oğuz ile bir görüşme esnasında Mete Özgencil ile çalışmak istediğimi belirttim. Kendiside bağlantıyı kurdu ve ilk müzik yolculuğum başlamış oldu. O dönemdeki menajerim ve albüm prodüktörüm Samuel Yeşilbağcı’nın desteği ve çalışmaları sayesinde Mete Özgencil ile bir araya geldik. Devrim Karaoğlu’nun farklı düzenlemeleriyle de “Zümrüt Gibi” çok sevilen bir şarkı oldu. Emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunuyorum.
Uzun bir aranın ardından yayıma vermiş olduğunuz “Hayalperest” albümünüz, maalesef beklentiyi karşılayamamıştı. Albümün tanıtım konusunda eksik kaldığını düşünüyorum, o süreci anlatır mısınız?
“Hayalperest” albümü de değerli benim için. Ender Gündüzlü’nün besteleriyle ve benim yapmış olduğum ilk bestemin yer aldığı beğenilen bir albüm oldu. O dönemdeki menajerim Süheyl Atay’ın desteği ve emeğiyle de farklı bir projeye imza attık. Retronova isimli projede Hakan Küfündür ile çalıştık. Özellikle kendi bestem olan “Kozadaki Kelebek” şarkısının Metin Arıgül düzenlemesi çok içime sindi. Bestenin oluşum aşamasında emeği geçen müzisyen ve çocuğumun babası Özgür Gezgin’e de ayrıca minnettarım. Klip aşamasında Profabrika ile çalıştım ve bana göre çok güzel bir klip oldu. Tüm ekibe tekrar teşekkürler.
“Giden sevgilinin ardında ki hüzünle beraber “Günebakanlar” geldi.”
“Günebakanlar” şarkının yapım aşaması nasıldı? Seni en çok ne zorladı?
“Günebakanlar” önce beste olarak hayat buldu. Eren Kulaç’ın harika bestesine gün batımına karşı sözleri yazdım. Bir gün Cadde bostan sahilde gün batımını seyrederken kelimeler su gibi aktı defterime. Ali Ulupınar’ın besteye katkısı da önemli tabii. Esinlenmek ve yaratım süreci sancılı bir süreç! Elbette doğru insanlarla hayatınızın kesişmesi de önemli.
Albüm kaydını 46 hertz stüdyosunda gerçekleştirdik. Özellikle Cem Sarıoğlu’na ve Volkan Konuk’a emekleri ve sabırları için çok teşekkür ediyorum. Bu süreçte müzik menajerliğimi üstlenen Bikem Portakal’ın da hayallerimi gerçekleştirmemde emeği çok büyük. Klibin hazırlık aşamasındayız, yakın zamanda çekilecek ve sizlerle buluşturacağız.
“Günebakanlar” şarkısı hangi duygularımıza tercüman?
Aşk, tutku ve giden sevgilinin ardındaki hüzün…
2008 yılında “ALTONA Müzik & Film Yapım” şirketini kurmaya iten etmen nedir? Ve şirket hala aktif olarak çalışıyor mu?
Şirket hala aktif değil. 2008 yılında Galatasaray’da bir müzik atölyemiz vardı Özgür Gezgin ile. Orada çok sayıda beste yaptık. İlerleyen zamanlarda değerlendirmeyi düşünüyorum. Altona’yı kurmamızın nedeni müzik ve film ile ilgili projeler gerçekleştirmekti ama ne yazık ki istediğimiz hedefe ulaşamadık.
Kariyer hedeflerin arasında neler var?
Kariyer hedeflerim arasında müzik ve sinema var.
“Anne olunca anlarsın” sözü sizin için de geçerli oldu mu? Deniz ile birlikte hayatınızda neler değişti?
Derin Deniz hayatıma yeni bir soluk getirdi. Daha sabırlı, anlayışlı ve affedici oldum. Siz çocuklarınızı eğitirken aslında onlar da sizi eğitiyorlar, kişisel gelişiminize katkı sağlıyorlar. Koşulsuz sevginin ne olduğunu öğrendim.
Sosyal medya ile aranız nasıl? Orada sunulan hayatlar size samimi geliyor mu?
Sosyal medya ile aram pek de iyi değil. Ancak işimiz gereği sosyal medyada yer alıyoruz.
Karantina günlerin nasıl geçiyor? Son zamanlarda ne yapıyorsun?
Karantina günleri sıkıcı geçiyor. Özgürlüğümüz gitti. Ben bu süreçte kitaplara sığındım. Şarkı sözü, şiir yazmaya vakit ayırıyorum.
Fit ve genç kalmanızın sırrı nedir?
Genç kalmamın sırrı çocuk ruhlu olmam ve genetik sanırım.
Mine Çayıroğlu yaşamında neye hizmet ediyor?
Sanat vesilesiyle insanların yaşamlarına dokunabilmeye…
“Hayat bir oyunsa, herkes kendi sahnesinde oynar.”
90’lar tadında sorular…
Yaş: Boy: Kilo:43-1.65-53
Burcu: Oğlak
Ayakkabı numarası:36
Göz rengi: Ela
Saç rengi: Kumral
Mükemmel mutluluk: Özgürlük
En büyük korkunuz nedir: Uçak
En beğenmediğiniz özelliğiniz hangisi: İnatçılık
Başka insanlarda en beğenmediğiniz özellik hangisi: Bencillik
Şu an hayatta olan ve en çok hayranlık duyduğunuz kişi kim: Ailem
Şu anki halet-i ruhiyeniz nedir: Karışık
Dış görünüşünüzle ilgili en sevdiğiniz şey nedir: Gamzelerim
Bir erkekte en sevdiğiniz özellik hangisi: Dürüstlük ve duyarlılık
Bir kadında en sevdiğiniz özellik hangisi: Güleryüz
En çok kullandığınız kelime ya da cümle nedir: Deniz derslerini düzenli takip eder misin?
Hayatınızın en büyük aşkı kim ya da ne: Derin Deniz, oğlum.
Şimdiye dek en mutlu olduğunuz zaman ve yer neresi: Şile
Hangi yeteneğe sahip olmak isterdiniz: Bir enstrüman çalmak
En büyük kabiliyetinizin ne olduğunu düşünüyorsunuz: Oyunculuk
Eğer ölüp tekrar dünyaya gelecek olsaydınız, kim ya da ne olmak isterdiniz: Kendim olmak
En çok nerede yaşamak isterdiniz: Dünyayı gezmek isterim
Sahip olduğunuz en kıymetli şey nedir: Ailem
Sefaletin en alt sınırı sizce nedir: Kibir
Favori işiniz nedir: Müzik
En belirgin karakteristik özelliğiniz nedir: Anlayış
Arkadaşlarınızda en değer verdiğiniz şey nedir: Samimiyet
Favori yazarlarınız kimler: Dostoyevski, Jack London, Yaşar Kemal, George Orwell, Tezer Özlü, Sabahattin Ali, Pavese…
Kendinizle en çok özdeşleştirdiğiniz tarihi figür hangisi: Frida
Gerçek hayattaki kahramanlarınız kimdir: Annem, babam ve ablam.
En sevmediğiniz şey nedir: Samimiyetsizlik
En büyük pişmanlığınız nedir: Fevri davranışlar
Mottonuz nedir: Hayat bir oyunsa, herkes kendi sahnesinde oynar.
Röportaj: Murat Fırat