“Arif Ertik ömrünü, on beş yaşında iken deniz maskesi takarak suyun altını, o büyülü dünyayı gördüğü günün ardından, denizde geçireceğinden habersizdi.”
Marmara Denizi’ne dalış yapanlar, diğer denizlere göre oldukça karanlık, görme mesafesinin azlığından şikayet eder. Türkiye’de serbest dalışın gelişmesini sağlayan, mühendis ve bir deniz adamı olan Arif Ertik ile Pendik Yat Limanı’ndaki teknesinde Marmara Denizi’ni konuştuk. Ertik 10 metre derinliğe dalmanın marifet olduğu günlerden Marmara Denizi’nin 70 metre altındaki gizemleri anlattı.
“NEFES TUTARAK TREN BEKLERKEN BAYILMIŞIM”
Arif Ertik ömrünü, on beş yaşında iken deniz maskesi takarak suyun altını, o büyülü dünyayı gördüğü günün ardından, denizde geçireceğinden habersizdi. 1978 senesinde Caddebostan Balıkadamlar Kulübünde dalış kursu aldıktan sonra nefes ile serbest dalmayı da öğrenir Ertik. O yıllarda 10 metreye dalabilen sadece birkaç kişi vardır!
“Acaba biz de 10 metreye dalabilir miyiz? 3-5 dakika kalabilir miyiz, diye denemeler yaptık. Nerdeyse tüm günümüz nefes egzersizleriyle geçiyordu. Şöyle ki Bostancı Tren İstasyonunda tren beklerken trenin 20 dakika sonra geleceğini ölçüp bu benim için 3 nefeslik veya 5 nefeslik süreçtir diyerek nefes tutarak tren beklemeye başladım. Gözümü bir açtım bayılmışım. Bütün istasyon başıma toplanmış, ‘Yavrum aç mısın neyin var’ diye soruyorlar. Tren rötar yapmış ben de nefes tutmaya devam edince bayılmışım. O yıllarda hem balık vurup satıyorduk hem gemilere hizmet ediyorduk. Deniz aşkı nedeniyle 12 senede üniversiteyi bitirebildim.”
Arif Ertik belediye otobüsüne bindiği zaman otobüsteki küpeşte koluna tutunarak yolculuğunu sürdürür, elektrik bölümünden mezun olduğu İstanbul Teknik Üniversitesinin koridorlarında asla yürümez koşardı. Bu tür çabalarla Ertik ve arkadaşları ‘78 yılında 36 metre derinliğe çok çabuk ulaşırlar.
BASINI DAVET ETTİĞİ DALIŞ SONRASI GÖZALTINA ALINIR
“Teknik Üniversitede 1980 senesinde Balıkadamlar Kulübünü kurmak aklıma geldi. O güne kadar hiçbir üniversitenin su altı sporları kulübü yoktu. Bunun avantaj olabileceğini, okulun da desteğini alarak yapabileceğimi düşündüm. Hocam Faik Merger’le birlikte Türkiye’de ilk kez su altı sporları kulübünü 1981 şubatında kurdum. Su altı sporları kulübünü kurduktan sonra bir ses getirelim, basında bunu duyuralım düşüncesiyle Sedefadası’nda tüm balık adamların bildiği batık bir liman vardı. Hatta dikkat edilmediği için amforaları isteyen çıkartabiliyordu. 30 metrenin biraz altı bir batıktı. Fakat bizim dalış yapacağımız gün aynı noktanın altına, 75 metreye daldığımızda bir sürü batık gemi bulduk!”
Reklam
Üniversitenin su altı kulübünü bu noktaya götüren ve gazetecileri davet eden Arif Ertik, 8 amforayı arkadaşlarıyla beraber çıkartır. 75 metredeki batık limanı tarif ederek basın açıklamasını yapan Ertik dalışa devam eder. Ertesi gün Büyükada’dan gelen polisler tarafından tutuklanarak 5 sene süren yargılanma süreci başlar!
SEDEF ADASI’NA O GÜN BU GÜNDÜR DALIŞ YASAK
“Bizim bulduğumuz amforalar 300 yıllıktı, bulunan tarihi eserler müzeye bildirilmesi gerektiği için tutuklandık fakat olayın basına yansıması ve bizim ‘Arkeoloji Müzesine götüreceğiz’ demecimizin yayımlanması üzerine serbest bıraktılar. Tarihi eserler kesinlikle dokunulmamalı ve su altından çıkarılmamalıdır fakat biz Arkeoloji Müzesine böyle bir şey bulduğumuzu söylemiş, dilerlerse çıkartabileceğimizi anlatmıştık. Çoluk çocuk olduğumuz için ciddiye alınmamıştık. Sonuç olarak bu olayın akabinde Sedefadası’na dalış yasaklanmış oldu. O gün bugündür İstanbul’da dalışı yasak nadir bölgelerdendir.”
TARİHİ AYIBI ÖNLEDİ
Ömrü denizlerde geçen Arif Ertik’in araştırmacı yönü, Türkiye’nin bir tarihi ayıbını önlemiş oldu. Tuzla’da halen kullanmakta olduğu deniz kenarındaki ofisinin önüne yarı batık bir vaziyette terk edilen römorkörü kurtarır. Üstelik kurtardığı sıradan bir tekne değil, İstanbul’un işgali sırasında Atatürk’ün “Geldikleri gibi giderler” sözünü söylediği ‘Kartal’ ismindeki römorkördü. Peki, Arif Ertik nasıl fark etmişti o hurdaya çıkmak üzere terk edilen römorkörün tarihi tekne olduğunu!
“Bir arkadaşımın römorkörü, içindeki makinesi alınarak Tuzla’da deniz kenarındaki ofisimin önüne yarı batık bir vaziyette terk edildi. Hurdaya gitmesi için Tuzla Liman Başkanlığından izin istenmişti. İznin Ankara’dan gelmesi gerekiyordu ama izin gecikti. Teknenin isminin Kartal olduğunu biliyorum ve çok yaşlı olduğunu da. Cevat Abbas’ın anılarında Atatürk’ün, İstanbul’un işgal edildiği 1918 senesinin 13 Kasım günü Haydarpaşa’dan karşıya geçmek isterken işgal kuvvetlerinin gemilerinin Boğaz’da geçişini görüp ağlayan Cevat Abbas’a “Ağlama çocuk geldikleri gibi giderler” sözünü söylediğini anımsadım. Cevat Abbas’ın anılarında Atatürk’ün karşıya geçerken Kartal istimbotuna bindiğinden bahsettiği ‘Kartal’ istimbotu bu tekne olabilir mi diye kafamda soru işareti oluştu. Metear Deniz İşleri ve Ticaret şirketini arayarak, bu römorkörün isminin Kartal ismini siz mi koydunuz yoksa siz aldığınızda teknenin ismi Kartal mıydı? diye sordum. Tekneyi deniz yollarından satın almışlar, teknenin adı Kartal’mış ve üstelik gemi 1911 yapımı! Hemen dedim ki Atatürk’ün binmiş olduğu tekne, bu ofisimin önünde batık halde duran teknedir. Bu tespitten sonra 1,5 sene boyunca tek başıma herkese anlatmak zorunda kaldım ama bir türlü destek bulamadım. Gazeteci arkadaşım Gökhan Karakaş’ın vasıtasıyla kurmuş olduğumuz “Kartal’ı Kurtarma Platformu” ile tekneyi satın aldık. Yapılan bağışlarla tekne orijinal haline getirildi. Deniz Kuvvetlerine bağışladık, umarım bir ara ‘Kartal’ anıt gemi olarak sergilenecek.”
ZIPKIN ÖZ ELEŞTİRİSİ
1978 senesinde Zıpkınlı Balık Avı Milli Takımına giren Arif Ertik hem yokluk günlerini hem öz eleştirisini şöyle anlattı; “O dönem su altı federasyonu yoktu. Şerif Sofular yurt dışındaki yarışmaları takip ediyor, kendi ekibini kuruyordu. Hatta ’79 senesinde Milli Takım olarak Bulgaristan’a gittiğimizde Şerif Sofular’ın ekibiyle karşılaşmıştık. Şaşırmıştık çünkü iki Türk Milli Takımı olarak yarışmaya katılmıştık. Bulgaristan’da iken bizler yirmili yaşlardaydık fakat Bulgar sporcular kırk yaşlarındaydı. Dalış malzemeleri, basınca dayanıklı saat gibi malzemeleri dahi yoktu ama bizden çok daha iyi sporculardı. Onların bulamayacakları dalış malzemelerini incitmeden hediye etmenin yolunu bulduk. Marmara Denizi’nde karagöz, eşkinek, kikle gibi canlılar Maltepe Küçükyalı sahilinde kaya altında, 1 metre gibi derinlikte dahi bulunabiliyordu. Bu yüzden bolca balık avlıyorduk, bir yandan ise denizleri kurutuyorduk ama o günler bunun farkında değildik! Bulgar sporcular ise bizlere maksadın balık yakalamak olmadığını, daha fazla derine dalarak daha fazla suyun altında kalmamız gerektiğini anlattılar!”
Eleştiriye tahammül edemeyen bir toplum haline geldiğimiz bu günlerde öz eleştirisini yapması ne güzel… Dilerim ki sahil güvenlik, varlığı belirsiz deniz bakanlığı bu yazı sonrası zıpkın yasağı için harekete geçer ki denizlerimiz için gerçekten çaba gösteren insanları yel değirmenlerine saldırmaktan kurtarırlar!
Arif Ertik, ekmeğini denizden çıkartan bir denizci, deniz adamı olarak mütevazı hayatını sürdürmeye devam ediyor…