Mustafa Kemal, işgale karşı büyük bir mücadeleye girişmişken, yola birlikte çıktığı bazı isimlerin ve Meclis’teki muhaliflerin önüne çıkardığı engellerle de uğraşıyordu.
SAFA TEKELİ – 23 Nisan 1920’de kurulan yeni Büyük Millet Meclisi, birbirinden farklı görüşleri barındırıyordu. Birinci Meclis’te Mustafa Kemal Paşa ve onu destekleyenlerin oluşturduğu Birinci Grup ile bu gruba muhalefet eden İkinci Grup arasında pek çok görüş ayrılığı çıkıyordu. Saltanat ve hilafet yanlılarının başını çektiği tutucular, mandacılar ve diğer Mustafa Kemal Paşa muhalifleri İkinci Grup’ta saf tutuyordu.
İkinci Grup’takiler, 2 Aralık 1922’de Seçim Kanunu’nda değişiklik öngören bir yasa önergesi vermişlerdi. Bu önergede; mebus seçilebilmek için, “Misakımillî sınırları dâhilinde doğmak veya mebus seçileceği ilde en az beş yıl ikamet etmek” koşulu isteniyordu. Bu koşul, Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis dışında kalması anlamına geliyordu.
Etkili bir yanıt
Atatürk, Büyük Nutuk’ta bu konudan söz ederken, şunları kaydeder:
“(…) 2 Aralık 1922 günü, Meclis’in, İkinci Başkanı Adnan Bey ‘in başkanlığında yapılan oturumunda, başkanlık kürsüsünden şöyle bir söz işitildi: ‘Efendim! Milletvekili Seçimi Kanunu’nda değişiklik yapılması ile ilgili teklifin görüşülebileceği yolunda Tasarı Komisyonu’nun tutanağı var.’ Bu söz, ‘okunsun’ sesleriyle karşılandı. İki milletvekili, ‘Önemlidir, okunmasını teklif ederiz’ diyerek genel havayı açığa vurdular. Başkan, ‘Efendiler, bu önergenin, okunmadan önce komisyona gönderilmesi usuldendir’ dedi.
Değişiklik önergesini okutmadan komisyona göndermek isteyen başkandan söz alarak şunları söyledim:
‘Efendim! Bu kanun tasarısı özel bir maksat taşıyor. Bu özel maksat doğruca şahsımı ilgilendirdiğinden, müsaade ederseniz birkaç kelime ile düşüncemi arz etmek istiyorum. Erzurum Milletvekili Süleyman Necati, Mersin Milletvekili Salâhattin ve Canik Milletvekili Emin beyefendiler tarafından teklif edilen kanun tasarısı, doğrudan doğruya, benim şahsımı vatandaşlık haklarından yoksun bırakmak maksadını güdüyor. 14. maddede yazılı olan satırları gözden geçirecek olursanız, orada deniliyordu ki ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne üye seçilebilmek için, Türkiye’nin bugünkü sınırları içindeki yerler halkından olmak veya kendi seçim bölgesi içinde yerleşmiş bulunmak şarttır. Ondan sonra göçmen olarak gelenler yerleştirildikleri tarihten itibaren beş yıl geçmiş ise seçilebilirler.’ Maalesef, benim doğum yerim bugünkü sınırlar dışında kalmış bulunuyor. İkincisi, herhangi bir seçim bölgesinde beş yıl oturmuş da değilim. Doğum yerim, bugünkü millî sınırların dışında kalmıştır. Fakat bu böyle ise bunda benim en küçük bir kasıt ve kabahatim yoktur. Bunun sebebi, bütün memleketimizi, milletimizi batırıp yok etmek isteyen düşmanların işgal ve istila hareketlerinin kısmen önlenememiş olmasıdır.”
Cephelerdeki hizmetler
“Bundan başka, bu maddenin gerektirdiği şartlar bende yoksa yani beş yıl sürekli olarak bir seçim bölgesinde oturmamış isem, o da vatana yaptığım hizmetler yüzündendir” diyen Mustafa Kemal, sözlerine şöyle devam eder:
“Eğer bu maddenin istediği şartı yerine getirmeye çalışsaydım, İstanbul’u kazandırmaktan ibaret olan Arıburnu ve Anafartalar’daki savunmalarımı yapmamaklığım gerekirdi. Eğer ben bir yerde beş yıl oturmaya mahkûm olsaydım (…) Bitlis ve Muş’u kurtarmaktan ibaret olan vatan görevimi yapmamaklığım gerekirdi. Bu Efendilerin istediği şartları taşımak isteseydim, Suriye’yi boşaltan orduların döküntülerinden Halep’te bir ordu kurarak, düşmana karşı savunmaya geçmemekliğim ve bugün millî sınırlar dediğimiz sınırları fiilî olarak çizmemekliğim gerekirdi. Zannediyorum ki, ondan sonraki çalışmalarım herkesçe bilinmektedir. Hiçbir yerde beş yıl oturamayacak kadar çalışmış bulunuyorum. Ben zannediyordum ki, bu hizmetlerimden dolayı milletimin sevgi ve saygısını kazandım. Belki bütün İslâm dünyasının sevgi ve saygısını da kazanmış bulunuyorum. Fakat bu durumumdan dolayı, bu sevgi ve saygılara karşılık vatandaşlık haklarından yoksun bırakılacağımı asla hatırıma getirmezdim. Tahmin ediyorum ve ediyordum ki, yabancı düşmanlar bana suikast yapmak suretiyle, beni memleket hizmetinden alıkoymaya çalışacaklardır. Fakat hiçbir zaman hatır ve hayalime getirmezdim ki, yüce Meclis’te iki üç kişi bile olsa, aynı zihniyette kimseler bulunabilsin. (…) Bu efendilere karşı söylüyor ve soruyorum: Milletvekili oldukları için elbette bütün milletin vekili sıfatını taşıyorlar. Yalnız, bu efendiler, acaba milletin de kendileri gibi düşündüğünü söyleyebilirler mi? Efendiler, beni vatandaşlık haklarından yoksun bırakmak yetkisi bu efendilere nereden verilmiştir?”
Mustafa Kemal ve Rauf Bey (4 Eylül 1919, Sivas Kongresi)
Sivas’ta Atatürk’e direnenler
Atatürk, en yakınındaki yol arkadaşlarının muhalefetiyle de başa çıkmak zorunda kalmıştı. Atatürk, Büyük Nutuk’un daha başında, bu durumu, “Millî Mücadele’ye beraber başlayan yolculardan bazıları, millî hayatın bugünkü Cumhuriyet’e ve Cumhuriyet kanunlarına kadar uzanan gelişmelerinde, kendi fikir ve ruh kabiliyetlerinin kavrayış sınırı bittikçe bana karşı direnişe ve muhalefete geçmişlerdir” diyerek vurgulayacaktı. Daha Samsun’a hareket etmeden önce, Millî Mücadele’de beraber hareket edeceğini düşündüğü Rauf (Orbay) Bey, güvenilir yerlerden Bandırma Vapuru’nun batırılabileceğini öğrendiğini bildirerek, Mustafa Kemal’in yola çıkmasını engellemeye çalışmıştı. Samsun’a yanında getirdiği Refet (Bele) Paşa, Amasya Tamimi’ni imzalamakta tereddüt gösterecek, “Ne gerek var Sivas’ta kongre toplanmasına” diyerek belirsiz bir imza atacaktı tamime. Sivas Kongresi’nde de Mustafa Kemal’in Kongre başkanı olması engellenmeye çalışılır. Rauf Bey, Mustafa Kemal’in “Kimi başkan yapalım” sorusuna karşılık, “Sen başkan olmamalısın” diyecektir. Mustafa Kemal’in başkanlığı, Amerikan mandası yanlılarınca bir engel olarak görülmektedir. Refet ve Rauf beyler, manda yanlısı tutum sergiler.
Mustafa Kemal, muhalefetin yanı sıra ordunun düzenini bozanlarla da uğraşmak zorunda kalıyordu. Bunlardan biri de Büyük Taarruz öncesinde; ordunun düzenini ve genel yönetimini çıkmaza sokacak davranışlarda bulunan; örneğin ordusunda ast komutanları, üst komutanların emirlerini dinlememeye sürükleyecek durumlar yaratan Ali İhsan (Sabis) Paşa’ydı.