Baron Henry Bulwer’in Yassıada ile tanışması, 1837’de genç bir diplomatken geldiği İstanbul’a olan sevgisiyle başladı. Yıllar sonra Britanya Büyükelçisi olarak döndüğü İstanbul’da, 1858 yazında ilk kez ayak bastığı Yassıada’nın doğasına hayran kaldı. 57 yaşında, çeşitli sağlık sorunlarıyla mücadele eden ve emekliliğini huzur içinde geçireceği bir yer arayan Bulwer için bu ada, “ömre ömür katacak bir ilaç” gibiydi.
Dönemin Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecit, Tanzimat ve Islahat Fermanları ile imparatorlukta din, dil ve ırk ayrımını kaldırmaya çalışıyordu. Bu dönemde önemli bir diplomat olan Bulwer, padişahı ikna ederek 1859 yılında adayı kişisel mülkü olarak satın almayı başardı.
Baron, adayı satın aldıktan sonra büyük bir inşaat projesine girişti. Tüm malzemeleri deniz yoluyla mavnalarla adaya taşıtarak, kayalıkların üzerine yükselen, burçları ve mazgallarıyla tam bir kale görünümünde olan görkemli bir şato inşa ettirdi. Meraklılara, bu yapının ailesinin Londra yakınlarındaki Knebsworth Şatosu’nun bir kopyası olduğunu söylüyordu. Şatonun yanı sıra adaya limonluk ve bağlar kurarak kişisel bir cennet yaratmayı hedefledi.
Bir süre Yassıada’daki bu münzevi hayatın tadını çıkaran Baron Bulwer için işler planladığı gibi gitmedi. Giderek kötüleşen sağlığı ve İstanbul’a gidiş-dönüşün zorlukları, adadaki yaşamını sürdürülemez kıldı. Bir zamanlar şifa bulmayı umduğu ada, onun için bir yük haline gelmeye başladı.
Sonunda Baron Bulwer, büyük bir sevgiyle bağlandığı adasını ve şatosunu satmaya karar verdi. Mülkünü satmak için dünyaca ünlü Times gazetesine bir ilan verdi. Ancak Osmanlı yönetimi, stratejik bir konumdaki adanın bir başka yabancının eline geçmesine sıcak bakmadı. Bu satış sürecinin sonunda Baron Bulwer adadan ayrıldı ve Yassıada’nın İngiliz lordunun hayali, bir gazete ilanıyla son bulmuş oldu.