Adalar… İstanbul’un hemen yanı başında, ama çoğu zaman yalnızca “bir dondurma yiyip, elektrikli otobüsle bir tur atıp dönülen” bir mekân olarak algılanıyor. Oysa Adalar bundan çok daha fazlasını hak ediyor. Ormanlarıyla, tarihi yapılarıyla, sessiz koylarıyla, kültürel mirasıyla adeta yaşayan bir açık hava müzesi.
Bugün karşı karşıya olduğumuz tablo ne yazık ki farklı. Elektrikli otobüs ve taksi fiyatları, adeta gizli bir ayakbastı vergisine dönüşmüş durumda. Ziyaretçiler çarşı içinde birkaç saat geçirip dönüyor, oysa Aya Yorgi’den Rum Yetimhanesi’ne, Dil Burnu’ndan Burgazada’nın Bayrak Tepesi’ne kadar sayısız güzellik çoğu kişi için görünmez kalıyor. Adaların potansiyeli atıl durumda.
Oysa çözüm basit: İnsanları adaların içlerine çekmek. Bunu da yürüyüş rotaları, işaretlenmiş parkurlar, bisiklet yolları ve uygun fiyatlı ulaşım paketleriyle yapmak mümkün. Üstelik teknolojiyi de yanımıza alarak: Bir patika başında QR kodu okutup ormanın tarihini dinlediğinizi düşünün; Aya Yorgi’ye çıkarken sadece manzarayı değil, hikâyeyi de yaşayabildiğinizi.
Deneyim zenginleştikçe, ziyaret de anlam kazanır. Sabahın serinliğinde Aya Yorgi yürüyüşleri, gün batımında Hristos Tepesi gezileri, doğa ve tarih rehberli turlar, kuş gözlemleri, sessizlik noktaları, piknik alanları, temiz plajlar… Bunlar adaları tüketilen değil, yaşanan bir mekana dönüştürür.
Elbette bu iş yalnızca belediyelerin görevi değil. Adalar Vakfı, Adalar Kent Konseyi, çevre gönüllüleri, üniversite kulüpleri, mahalle dernekleri… Kısacası sivil toplumun tüm aktörleri bu dönüşümde söz sahibi olmalı. Yerel halkın katılımı olmadan Adalar gerçek kimliğine kavuşamaz.
Adalar İstanbul’un nefes alma noktası. Orayı günübirlik bir eğlence parkı değil, doğasıyla, kültürüyle, tarihiyle yaşayan bir mekân haline getirmek elimizde. “Adaları yaşamak” fikri, sadece bir proje değil, aynı zamanda bir çağrıdır. Umarım duyulur.(Haluk Direskeneli)
Fotoğraf: Ada gazetesi