Aradan neredeyse bir yıl geçti, alt yolda, bahçelerimiz birbirine bitişik iki katlı bir evin sahibi, pamuk gibi saçları olan 70 yaşın üzerinde bakımlı, sanki bir üniversitenin profösörü duruşlu, annemi, beni gördüğünde konuşup sohbet eden, adı iyi insan anlamında gelen Despina hanım, biz ona adını söylemez Rumca babaanne anlamına gelen Yaya derdik, okuldan çıktığım bir gün kapısının önünden geçerken beni yaptığı kek ve çay için çağırdı. Zaman zaman kız kardeşim ya da annem de gider, onunla sohbet ederken çay içer, ikramı olan kekinden yerlerdi.
Yaya!, sana bir şey soracağım , bilirsen sen bilirsin! dedim. O her zamanki alçak gönüllü edasıyla, ben ne bilirim be kuzum! derken meraklı gözle bana baktı. Peki sor bakalım!
Bütün hikayeyi baştan anlattım. Sessizce dinledi, içeri gitti biraz daha kek koydu tabağıma, çayımı tazeledi.
Ben, Kalyopi, kimdir, nerede oturuyor, deli midir sorularını sordukça o eliyle bana sus işareti yapıyordu.
Kalyopi, belki binyıl önce adada yaşamış, dedi. O senin gördüğüm bin yıl önceki görüntü, onu Adanın eskileri bilir, birbirine aktarır, ama hakkında hiç konuşmazlar. Onu gören ne ilk sizsiniz, ne de son olacaksınız. Onu çok gören oldu, yıllarca onu yakalamaya da çalışmışlar, ama ne yakalayabilmişler, ne de hakkında bilgi edinebilmişler. İki kere de ben gördüm, aynı senin anlattığın gibiydi. Ben de duyduğumda senin yaşındaydım, merak ettim. Benim dedem bir süre Heybeliada(Halki) Aya Triada kilisesinin papazı olarak görev yapmış, bir gün bana, kayıtlarda neler var onları okudum, sana da anlatayım! dedi, bunları bilen çok kimse yok.
Hava biraz serinlemişti. Hadi üşüme, git evine, Pazar günü gel, ben sana her şeyi anlatayım dedi Yaya.
Okul çantamı kavrayıp 15 metre ilerideki kapıdan evimizin bahçesine girdim. İçimi bir heyecan sarmıştı.
Demek o yaşayan birisi değildi. Kalyopi sanki gece rüyama girecek gibiydi. Murat’ın uyarısı aklıma geldi.
Pazar günü geldi çattı, heyecanla bahçede duruyorum, hava pastırma yazı, güneşli ve sakin. Yaya Despina çıktı bahçeye, anneme selam söyledi, hadi gel dedi.
Ben daha ilk çocuğumu doğurmuştum, kızım 3 yaşındaydı, bir akşam rahmetli eşim, kızı anneme bırak, Çamlimanına gidiyoruz akşam yemeğe dedi. Öyle de yaptım. Kalabalık bir gurup, akşam 7 den gece yarısına kadar yemek yedik, dans ettik. Sizin top oymadığınız yerin deniz tarafında kuyunun yanındaki alandaydı gazinomuz. Kara Todori iyi aşçıydı, ailesi Midilliden gelmiş Heybeli’ye, müzisyenler bizleri nasıl coşturacaklarını biliyor, iyi de bahşiş topluyorlardı. Bizim gençliğimizin eğlencesi buydu, Müslüman ahaliden de, komşulardan da bir, iki aile zaman zaman katılırdı bu yemeklere. Üç beş aile, genellikle yaşlılar faytona binip giderken biz 15-20 kişi mehtabın ışığında Hastane yoluyla Çamlimanından yola çıktık.
Hastaneyi 250 metre geçmiştik ki sol tarafta, hastanenin Kadınlar bölümünün altından bir uğultu geldi, hıçkırık, ağlama, inleme sesi gibi. Evet, senin de gördüğün gibi elinde mum uzun açık renk elbise giymiş, başında yemenisi olan, sanki uçar gibi çamların arasında yürüyen kadını hepimiz gördük, yürüyor ama adım atmıyor, uçuyor gibiydi. Yüzü mum ışığında güzel görünüyor ama seçemiyorduk. Kasap Toma’nın babası istavroz çıkartıp, işte o! dedi. Sonra sanki düz yolda yürüyormuş gibi hızla yokuşu tırmanmaya başladı. Ama daha15 metre gitmişti ki, koca göbeğini bacakları taşıyamadı, oturuverdi oraya. Biraz sonra o garip ağlama ,hıçkırık sesi kesildi, ve mum ışığı ile kadın kayboldu. Ses o kadar net ve yakındaydı ki, sanki aramızda dolaşıyordu Kalyopi.
Eve vardığımızda dedem, tamam, gördün, bunun lafını etmeyeceksin! dedi.
Bana çocukluğumda verdiği sözü hatırlattım.Hani bana bir gün anlatırım demiştin!.
Yaşı 80’nin sonlarındaydı, dinç duruyordu, sabah evden çıkar, fırından ekmek, un kurabiyesi, galete alır, esnaftan arkadaşlarıyla selamlaşır,Pazar günü kiliseye gider, oradan Niko’nun kahvesinde oturur, etrafına toplananlarla sohbet eder, eve giderken biraz alış veriş yapardı. Onun dışında pek dışarı çıkmaz, evde gazete, kitap okur, ufak tefek şeyleri tamir ederdi.
Dedem konuşmaya,anlatmaya devam etti dedi Yaya Despina,
Peki dedi, yarın konuşalım kahvaltı yaptıktan sonra!
Ertesi gün güzel bir kahvaltı yaptık, dedemin sevdiğini bildiğim küçük kıymalı pide bile yaptım ona.
Gazetesini okudu, kahvesini camın önünde içti, ben de işimi bitirip dizinin yanına geldim. Neredeyse 25 yaşına geliyordum ama beni saçlarımdan bir bebeği sever gibi severdi.Eşim Apostol kızımızı alıp sahile indi. Kaldık dedemle baş başa.
Anlatacaklarımı iyi dinle çocuk! dedi.Sana tarih anlatacağım.
Deniz Emin Tüfekçi
Yarın: BÖLÜM IV- 4.HAÇLI SEFERİ, YA DA LATİN İSTİLASI