Büyükada’nın Sessiz Yalnızları

Büyükada’nın Sessiz Yalnızları
Yayınlama: 23.08.2025
A+
A-

İstanbul’un kalabalığından bir vapur mesafesinde, denizin ortasında bir ada var: Büyükada. Yaz aylarında bisiklet zilleri, dondurma kuyrukları ve kalabalık vapur seferleriyle dolup taşan bu yer, sonbahar geldiğinde bambaşka bir yüzünü gösterir. Kalabalıklar çekildiğinde, geriye yalnızca martıların çığlığı, rüzgârın uğultusu ve “sessiz yalnızlar” kalır.

Bu yalnız ruhlar, eski ahşap köşklerin kırık pencerelerinden dünyayı seyreder. Sabahın erken saatlerinde pazara inip bir somun ekmek, biraz erzak ve bir gazete alarak yavaş adımlarla evlerine dönerler. Hayatları sade, ama anlamla doludur; kedilerle, köpeklerle, geçmişin hatıralarıyla paylaşılır.

Büyükada’nın tarihi de bu yalnızlığa tanıklık etmiştir. Troçki burada sürgün günlerini geçirmiş, Hüseyin Rahmi Gürpınar romanlarını yazmış, Sait Faik adaların ruhunu öykülerine taşımıştır. Orhan Pamuk sisli sabahlarında köşklerin anlattığı hikâyeleri dinlemiş, tarihçi Reşat Ekrem Koçu ada kahvelerinde unutulmuş İstanbul kahramanlarını not etmiştir.

Bugün, Rum Yetimhanesi’nin hayalet gibi sessiz duran gövdesi hâlâ adaya bakar; çam ormanlarının içindeki eski manastırlarda ise farklı dillerde duaların yankısı kaybolmaz. Kış akşamlarında eski bir meyhanenin buğulu camlarının ardında birkaç ada sakini, kısık sesle çalan şarkılara kulak verir.

Ve bir sabah, sisin içinde vapurun düdüğü yankılanır. Sessiz evlerde uyananlara selam gönderir. Geriye yalnızca martıların kanat sesi ve ada yollarında yürüyen birkaç sessiz Robinson kalır.

Büyükada, işte tam o anda, gerçek yüzünü gösterir:
Kalabalıkların değil, sessizliğin adasıdır. (Haluk DİRESKENELİ)

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.