Türkiye’de de değerli sanat koleksiyonları vardır. Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nde Osman Hamdi Bey, Yalçın Gökçebağ, Nedim Günsür gibi önemli sanatçıların eserleri sergilenmektedir. Benim en sevdiğim tablo, Nurettin Ergüven’in yaptığı “Ankara Kalesi Manzarası”dır. Rahmetli babam, sanatçının atölyesinden bizzat “Ortaköy” ve “Dolunayda Köy Camisi” tablolarını satın almıştı. Ne yazık ki Ortaköy tablosu kayboldu, diğer eser hâlâ duruyor. Büyükada’nın köşklerinde de kim bilir ne kadar değerli tablolar vardır. Örneğin İlbar Ahmet Veli’nin “Büyükada Saat Meydanı” resmi hâlâ Çarşı girişindeki Fıçı Birahanesi’nin duvarında, açık alanda asılı duruyor. Oysa bu tür eserlerin iç mekânda, güvenli biçimde korunması gerekir. Ressam Tiraje Dikmen’in evi de aslında bir müze olabilirdi. Hatta ticari kafeler bile duvarlarında Büyükada resimlerini sergileyerek bu mirasa katkı sunabilir.
Birkaç hafta önce sabah yürüyüşümde Ataşehir Meriç Caddesi’ne çıktım. Tek yönlü araç trafiğine açık, uzun bir cadde; gidiş–dönüş yaklaşık altı kilometre tutuyor ve günlük on bin adım hedefimi böylece kolayca yakalayabiliyorum. Yolda, Ataşehir İlkokulu’nun bahçe duvarındaki resimler dikkatimi çekti. Her sanatçıya 3–4 metre eninde, 2 metre yüksekliğinde bir alan ayrılmış, ressamlar bu bölümlere yağlı boya tablolar yapmışlar.
Bazı sanatçılar özgün konular seçmiş: İstanbul manzaraları, kadın hakları ve çocuk gelin sorununa dair çarpıcı betimlemeler, köy manzaraları, kara tahtanın önünde Atatürk, askeri üniformasıyla at üstünde Atatürk… Ayrıca Van Gogh’un “Ayçiçekleri” gibi ünlü eserlerin kopyaları da yer alıyordu. Geçerken genç bir kadın ressamın çalışmasına rastladım. Bir matın üzerine oturmuş, beyaz bırakılmış duvarına yeni bir resim yapıyordu. Hiperrealist bir konu seçmişti: devasa bal petekleri ve üzerlerinde kocaman arılar. Çalışmayı çok beğendim, kendisini tebrik ettim. Tahminimce birkaç gün içinde tamamlanacaktı.
Ne var ki bu tür duvar resimleri zamanla yağmur, çamur ve insan temasından dolayı yıpranıyor. Örneğin ODTÜ Kütüphanesi’nin alt kapısından çıkışta sağ taraftaki duvarlarda Yalçın Gökçebağ’ın yağlı boya resimleri vardır. Aradan yıllar geçince bu eserler de yıprandı. ODTÜ yönetimi koruma amacıyla üzerlerine plexiglas kaplama yaptı ve çok isabetli bir karar verdi. Yolunuz düşerse mutlaka görün; bir duvarda yaz, diğerinde kış manzarası resmedilmiştir.
Tarih boyunca duvar resimlerinin korunması hep tartışma konusu olmuştur. Leonardo da Vinci, 1496–1498 yılları arasında Milano’daki Santa Maria delle Grazie Kilisesi’nin iç mekânına ünlü “İsa’nın Son Yemeği” freskini yaptı. İsa ve on iki havarisi bu sahnede betimlenmiştir. Günümüzde tabloyu görebilmek için internet üzerinden randevu almanız gerekir; kişi başı 15 € ödenir. Ziyaretçilere ayrılan sürede, 50 kişilik gruplar hâlinde içeri girilir. Mekânda bir duvarda Leonardo’nun bu başyapıtı, diğerinde başka bir ressamın eseri yer alır. Fresk, duvarın ayrılmaz bir parçası olduğundan taşınması mümkün değildir; bu nedenle tüm mekân müze hâline getirilmiştir.
1498’den 1812’ye kadar fresk, kilise içinde ibadet sırasında görülebiliyordu. Ancak Napolyon’un askerleri Milano’yu işgal ettiğinde kiliseyi kışla yapmışlar; freskin arka tarafı süvari atlarının ahırı olmuş, hatta geçiş için tablonun altına kapı açılmış. Yıllar sonra kapı kapatılmış ve resim tekrar korunmaya alınmıştır. Günümüzde tabloya iki metreden fazla yaklaşmak mümkün değildir; arada engel duvar vardır. Ayrıca mekâna girebilmek için sıkı elektronik güvenlik kontrollerinden geçmek gerekir.
Sanat eserleri zaman zaman vandallığın hedefi hâline gelmektedir. Geçtiğimiz günlerde Londra National Gallery’de iki genç aktivist, Van Gogh’un “Ayçiçekleri” tablosunun üzerine konserve domates çorbası fırlattı. Çevre kirliliğine dikkat çekmek istediklerini söylediler. Yaşları küçük olduğu için kefaletle serbest bırakıldılar. Neyse ki tablo zarar görmedi; çünkü eser önceden şeffaf koruma filmiyle kaplanmıştı. Temizlendikten sadece altı saat sonra yeniden ziyarete açıldı. Ancak bu olayın mazur görülecek hiçbir yanı yoktur. Çevre duyarlılığı, sanat eserlerini hedef alarak gösterilemez.
Benzer şekilde Paris Louvre’da sergilenen Leonardo da Vinci’nin “Mona Lisa” tablosuna iki metreden fazla yaklaşmak mümkün değildir. Eser kırılmaz camla korunur, iki yanında silahlı güvenlik görevlileri bulunur. Dünya çapındaki büyük müzeler —Amsterdam Van Gogh Müzesi, Moskova Tretyakov Galerisi, Madrid Prado, Roma Vatikan, Floransa Uffizi, New York Metropolitan— koleksiyonlarını bu tür önlemlerle korumaktadır.
Dünya mirası eserler korunmalı ve hiçbir şekilde vandallığa hedef olmamalıdır. Çevre duyarlılığı ya da toplumsal mesaj vermek için sanat eserlerine saldırmak kabul edilemez. Caydırıcı ve önleyici tedbirler alınmalı; Londra’daki olay, tüm dünya için uyarıcı olmalıdır. (Haluk DİRESKENELİ)