Ergüder Yoldaş’ın ‘hayat limanı’ roman oluyor

Ergüder Yoldaş’ın  ‘hayat limanı’ roman oluyor
Yayınlama: 20.06.2016
Düzenleme: 13.12.2022 15:41
A+
A-

Ergüder Yoldaş’ın Büyükada’da, Büyük Tur Yolu’nda tahtadan imal edilmiş, önce Avusturyalı Franz Fischer yani Kamil Kaya’yı ağırladığı  kulübe yakında da bir romana konu oluyor.

Ergüder Yoldaş’ın  ‘hayat limanı’ roman oluyor

Ergüder Yoldaş’ın vefat haberlerinde geçen küçücük bir kulübe… Büyükada’da, Büyük Tur Yolu’nda tahtadan imal edilmiş. Önce Avusturyalı Franz Fischer yani Kamil Kaya’yı ağırlıyor bu kulübe… Hayatın olağan akışına itiraz edenlerin, kırılanların, korunaklı yer arayanların limanı, sığınağı burası… Bu sığınak, yakında da bir romana konu oluyor…

Sultan-ı Yegah’la hemen hemen herkesin yüreğinin derinliklerine doğru yol alan Ergüder Yoldaş, geçen hafta aramızdan ayrıldı. Özel bir insandı. Naifliği, kapalı hali, pek kimseye göstermediği coşkulu duygularıyla… Hakkındaki minik minik haberlerin kesiştiği noktalardan biri de, ‘Büyükada’, ‘Ada’, ‘inziva’ sözcükleriydi. Bu sözcükler bir tercihin yarattığı önemli bir ayrımı temsil ediyordu. O üç sözcük, İstanbul’dan kaçıp sığındığı o hayat limanını tarif ediyordu. Biz de o mekanın yıllar öncesine uzanan hikayesini aktaralım istedik. Orada uzun bir süre yaşayan bambaşka bir portre daha vardı. Franz Fischer ya da Kamil Kaya… Güzel bir hafta sonu hikayesi… Bu hikaye ile birlikte adaya, Büyük Tur Yolu’na gidiyoruz…

ÖNCE KAMİL KAYA GELİYOR

Ergüder Yoldaş’ın yıllar sonra geleceği Büyükada’daki o kulübenin yerini Kamil Kaya tayin ediyor. İstanbul Büyükada’da, Tur Yolu’nda… Ada’nın sırtında, Sedef Adası ile Niandros Adası’na bakan bir yamaçta. Gitmek isteseniz, zor bulursunuz. Kocayemiş ağaçları arasından sıyrılmaya kalkarken, dikenli dallar elinizi yüzünüzü paralayabilir.

GEZİ PARKI’NA HAYAT VEREN ADAM

İşte, oraya gelen ve mekanı kuran renkli gözlü, pire gibi ama güçlü bir adam. Kamil Kaya. Asıl adı Franz Fischer. 1960’larda Avusturya’da arkasında neleri bıraktığı, nelerden vazgeçtiği, nelerden yorulduğu bilinmiyor. Nazilerden kaçtığı, iki üç dil bildiği, bahçeden çiçekten velhasıl doğadan anladığı herkesin malumu… Hemen bir not, kendisi Taksim Gezi Parkı var ya, işte orada korunmaya çalışılan ağaçların cinsini, yerini zamanında tayin eden bir danışman. Gezi Parkı’nda hangi bitkinin, hangi ağacın bulunacağına yani bitki tasarımına Fischer karar veriyor.

YUMURTA VE MARUL SATARAK

Kamil Kaya, bu kulübeyi, belediyenin de katkılarıyla her yıl biraz daha yaşanılır kılıyor. Güvercin ve tavukları için yaptırdığı özel alana, kendi yaşadığı yer kadar titizlik gösteriyor. Yumurtalar para demek çünkü… Heybesine yumurtalarını, marulunu koyup gün aşırı sekiz dokuz kilometrelik yola çıkıyor. Çarşıda onları satıp asgari ihtiyaçlarını karşılıyor.

Tam bu noktada sözü Türkiye’de müzikle uğraşan genç bir Alman’a vereceğiz. Çünkü Stefan Pohlit o kulübenin etrafında örülü bir roman için yılladır Ada’da araştırmalar yapıyor. Kamil Kaya’nın buraya gelişini ve hikayesini şöyle anlatıyor: “Tarihi tam belli değil ama 60’lı yıllarda Avusturya’dan geliyor Büyükada’ya… 1985’te Darülaceze’de ölüyor. Savaşın ardından Türkiye’ye kaçıyor. Solcu. Naziler zamanında ona çok zor dönemler yaşatmışlar. Bir süre cezaevinde kaldığı söyleniyor. Ama bu olay tam olarak net değil. Hitler karşıtı makaleler yazıyor. Ancak yok edildikleri için o makalelere ulaşamadım. Geçimini yabancı dil öğretmeni olarak, bahçıvanlık yaparak sağlıyor. 1964 yılında Türk vatandaşlığını alıyor ve adını Kamil Kaya olarak değiştiriyor…”

Peki, Ada’da herkesle konuşmayan, ‘doktor’ lakabıyla bilinen fıstıkçı ile tur yolunda sohbetler eden Kamil Kaya, neye karşıydı biliyor musunuz?

Bir Adalı şöyle özetliyor: “Aslında kapitalizme, doğayı katleden üretim ve tüketim çılgınlığına karşıydı. Sohbet sırasında üstümüzden tek tük uçak geçerken, yerinde zıplayıp bağırıyordu: ‘Bak bunların gazı bizi öldürecek, hava alamayacaksınız yarın.’ 1970’lede uçakların saldığı gazlar konuşulmuyordu henüz. Ama o tabiatı yok edecek adımların sesini ilk işitenlerdendi…”

Kendi sığınağında yaşadı ve hastanede öldü Kamil Kaya. Ayrılık günü yanında ailesi, dostu ya da sevgilisi yoktu… Şimdi mezarı da yok… O toprağı çok sevseniz bile, onu korumak için savaşsanız bile kimsesizler mezarlığında size ömür boyu yer tahsis etmezler…

 ERGÜDER YOLDAŞ GELİYOR

Kamil Kaya’nın gazetelerde yayımlanan röportajlarını okuyan Ergüder Yoldaş 1990’lı yıllarda Büyükada’ya geliyor. Bu kulübenin peşine düşüyor ve buraya yerleşiyor. O da kendisini ‘hayatın olağan akışı’ içinde boğulmuş hissedenlerden… Olağandışı bir mekan, bir ruh, bir sığınak arıyor. Bir iki battaniye, birkaç kitapla başlıyor buradaki hikayesi… Ergüder Yoldaş daha kapalı. Konuşmayı pek tercih etmiyor. Daha hırpani giyiniyor. Yollara atılan giyecek ve yiyecekleri atıyor torbasına… Saçı sakalı birbirine karışmış. Bakımsız. Ama mutlu olduğu, dudak uçlarındaki minik tebessümünden anlaşılıyor… Stefan Pohlit, romanı için onu da araştırıyor: “……Ada halkı onun çöplerden beslendiğini söylüyor. Ayrıca çok beyefendi bir kişiliğe sahip olduğunu da… Eğer gerçekten amacı doğaya dönmek olsaydı belki Manisa ya da Bodrum’u tercih edebilirdi. Ama Büyükada’yı belki biraz da sahne gibi gördü. Büyükada’ya gelerek aslında tam anlamıyla insanlardan kaçmadı. Burası İstanbul’a çok yakın. Ergüder Yoldaş bence insanların hayırsızlığını göstermek için insanlara adada nasıl yaşadığını göstermiş oldu. Bence adayı bir park olarak gördü, gerçek doğa olarak değil.”

İKİ FARKLI ADAMIN ORTAK NOKTASI…

Peki, Kamil Kaya ile Ergüder Yoldaş arasında bir benzerlik var mı? Stefan bunu şöyle tarif ediyor: “Ortak bir noktaları var. Onlar da kadınlar. Kaya, Büyükada’da Türk bir kadınla evleniyor. Karısı, onu ortağı ile aldatıyor. Kaçıyorlar, nereye gittikleri de belli değil. Kaya da bu şekilde ‘deli’ oluyor. Ergüder Yoldaş da karısından ayrıldıktan sonra Büyükada’ya yerleşiyor.”

Ergüder Yoldaş, 12 yılın ardından adadan kopuyor. Oğlu Mustafa, “Barakada yaşayarak kendini cezalandırdı” diyor. Başka insanlar da başka başka şeyler söylüyor… Buradan ayrılırken, ruhunu tamir edip etmediği ise bilinmiyor. Vapura binişi de üç beş kişi dışında gören olmuyor. Yalnızca elinde çuvala benzer küçük bir heybe olduğunu hatırlayanlar var. Adadan ayrılırken o heybede neler götürdüğü bilinmiyor… Belki de yalnızlığın huzur veren dinginliğini, kendini sorgulamayla ulaşılabilecek bir başka mevziyi, dünya nimetlerinden sıyrılarak ulaşılabilecek olağandışı mertebeyi sırtlamış götürüyordu Sultan-ı Yegah’ın yaratıcısı… İzmir’de kardeşinin evinde son nefesini verdiği, 25 Ocak 2016 kadar kendisine yetti bu…

‘Onun hayatından esinlendim’

İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuarı’nda üç yıl öğretim görevlisi olarak çalışan Alman uyruklu Yrd. Doç. Dr. Stefan Pohlit (39) bir süre Büyükada’da yaşıyor. Tur Yolu’ndaki o kulübeyi yazacağı romanın merkezine oturtmak istiyor. Kitabın adı ise ‘Ada Senfonisi’ ya da ‘Hıdır’ olacak…

Ergüder Yoldaş’ın  ‘hayat limanı’ roman oluyor

MEKSİKA GİBİ

Stefan Pohlit: “5 yıl boyunca Ergüder Yoldaş ile Franz Fischer’in yaşadığı kulübeden yola çıkarak, onların hayatından esinlendiğim bir romanın üzerinde çalışıyorum. Ve çok farklı bilgilere ulaştım. Romanı İngilizce yazdım. Bu yıl hem Türkiye’de hem de Almanya’da yayımlanacak. Kamil Kaya burayı ilk gördüğünde ‘Buraya otel yapacağım’ demiş.  Ama tabii ki hiçbir zaman bu isteğini gerçekleştirememiş. Orası gerçekten bir cennet, gizli bir nokta. Gizli bir de plajı var. Oraya inmek de açıkçası biraz zor. Bu nedenden dolayı da bu alanda yapılaşma yok. Turistler orayı henüz keşfetmemiş. Sanki Büyükada’da değil de Meksika’da bir yermiş hissi veriyor burası insana. Çok huzurlu bir yer. Kamil Kaya burada tavuk beslermiş, hatta kulübesinde güvercinlerle de dahil beslediği hayvanlarla uyurmuş. Ergüder Yoldaş’ın kaldığı zamanda da kulübe pek değişmemiş. Dışı ahşapmış yine, içinde de soba varmış. Bugün ise yalnızca temeli kalmış, biraz da taş duvarlar.

Romanımda Ergüder Yoldaş’ın hikayesine benzer bir hikaye var. Tabii ki sonu farklı. Kitabımdaki karakter Büyükada’ya gelişinin ardından önemli bir değişim yaşıyor. Hayatına bu değişimle devam ediyor. Ancak bu romanda ben Ergüder Yoldaş’ın hayatından esinlendim. Romanım adaya sığınan bir sanatçı ile ilgili… Kamil Kaya, çok düzenli saygılı bir adammış. Ergüder Yoldaş ise Ada halkından kopuk bir yaşam seçmiş. Biraz da hayalet gibi ormanda dolanmış. Ama Adalılara göre oldukça huzurlu bir adammış. Romanıma ‘Ada Senfonisi’ ya da ‘Hıdır’ adını vermeyi düşünüyorum. Henüz karar vermedim.

Adalı  gençlerle  sohbet

İşte Kamil Kaya ve kulübesi… Fotoğraf 1970’lerin sonundan. Kamil Kaya’nın, aniden kapısının önüne dikilenlerden pek haz almadığı söyleniyor. Ada’nın gençlerine, doğayı, insanlığı anlatırdı. Ada’dan Adil Bali (sağ başta) ile Veysel Bingöl (sağdan ikinci) Kamil Kaya’nın heyecanla anlattıklarını dinliyor.

Arka solda, yeni yıkanmış bir pantolon ve önde Kamil Kaya’nın

yetiştirdiği özel bitkiler…

Hülya Keskin  YENİ YÜZYIL GAZETESİ

Bir Yorum Yazın

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.

Exit mobile version