Türkiye’de ilaç fiyatları üzerinden yürüyen tartışma, artık teknik bir “kur ayarlama” meselesi olmaktan çıkıp doğrudan halk sağlığını, eczaneyi, sanayiciyi ve sosyal devlet ilkesini ilgilendiren bir krize dönüşmüş durumda. Devletin iyi niyetle kurmaya çalıştığı fiyatlandırma mekanizması, bugün geldiğimiz noktada ilaca erişimi kolaylaştırmak yerine zorlaştıran bir etki yaratıyor.
Ancak bugün gelinen noktada kur gerçeği ile kullanılan referans kur arasındaki devasa makas, bu iyi niyetli hedefleri boşa çıkaran, hatta tersine çeviren bir etki yaratıyor. Günlük piyasada euro kuru 50 TL’ye yaklaşmışken, ilaç fiyatları hâlâ yaklaşık 21,6 TL seviyesindeki euro değeri üzerinden belirleniyor.
Sonuç ne oluyor?
İlaç üreticisi birçok kalemde zararına üretim yapmak zorunda kalıyor ya da daha kötüsü bazı ilaçları üretmekten vazgeçiyor, bazı ilaçlarda pazardan çekilme veya tedarik kısıtlama yoluna gidiyor. Bu da doğrudan ilaç yokluğuna dönüşüyor.
Devletin temel iddiası, bu politikalarla ilacı “ucuz” tutmak. Fakat sağlık hizmetlerinde çok temel bir gerçek var: En pahalı ilaç, bulunmayan ilaçtır. Eczane rafında olmayan, depoda tedarik edilemeyen, hastanın reçetesine yazıldığı halde eczacı tarafından temin edilemeyen bir ilacın fiyatının düşük ya da yüksek olmasının hiçbir anlamı yoktur. Çünkü o ilaç fiilen yoktur.
Türkiye’de ilaçların yaklaşık yüzde 90’ının alıcısı devlettir.
Devlet, bu alıcı gücünü fiyatı baskılamak için kullanıyor. Referans euro kuru güncellenmediği için üreticinin maliyet gerçekliği yok sayılıyor. Eczane kârlılık marjları, yıllardır güncellenmeyen kademe yapıları nedeniyle fiilen eriyor. Sonuçta, hastalar ilaçsız, eczaneler geçim sıkıntısı içinde, sanayici üretimden vazgeçme noktasında.
Eczaneler sadece ekonomik bir işletme değildir; sağlık sisteminin en erişilebilir birinci basamak noktalarından biridir. Hastanın ilacıyla buluştuğu son halka, birçok yerde hekime ulaşamayan vatandaşın ilk danıştığı sağlık profesyoneli, kronik hastaların tedavi sürekliliğinin pratik takip noktasıdır.
İlaç fiyat politikasının, eczaneleri sürdürülemez bir kârlılık düzeyine itmesi, aslında sağlık sisteminin ön cephesini zayıflatmak anlamına geliyor.
Bu noktada, “Mevcut sistem sürdürülemez” demek yetmiyor; çözüm başlıklarını da netleştirmek gerekiyor:
Birincisi, İlaç Fiyat Kararnamesi acilen gözden geçirilmeli. Referans euro kuru, piyasa gerçeklerine çok daha yakın bir seviyeye çekilmeli. Güncelleme periyotları, yüksek enflasyon koşulları dikkate alınarak daha dinamik hale getirilmeli.
İkincisi, eczane kâr marjları ve kademe yapısı güncellenmeli. Bugünkü marjlar, artan maliyetler karşısında erimiş durumda.
Üçüncüsü, yerli üretici desteklenmeli, üretimin sürdürülebilirliği güvence altına alınmalı.
Dördüncüsü, ilaç yokluğunu izleyen şeffaf bir sistem kurulmalı.
Beşincisi, politika üretiminde paydaşlarla gerçek bir istişare mekanizması işletilmeli. Eczacı odaları, sanayi temsilcileri, hekimler ve hasta dernekleri karar süreçlerine daha aktif ve gerçek anlamda dahil edilmeli.
Devletin temel sorumluluğu, ilacı kâğıt üzerinde “ucuz” göstermek değil, fiilen erişilebilir kılmaktır. Bugün Türkiye’de izlenen ilaç fiyat politikası, “en pahalı ilaç bulunamayan ilaçtır” gerçeğiyle derin bir çelişki içindedir.
İlaç bir lüks değil, yaşam hakkının parçasıdır. Bu yüzden İlaç Fiyat Kararnamesi bir bütçe kalemi gibi değil, insan hayatını doğrudan etkileyen bir sağlık politikası aracı olarak ele alınmalı ve ona göre yeniden tasarlanmalıdır.
Ecz. Avni KURTULDU
MERKEZ ECZANESİ-BÜYÜKADA