KALYOPİ, ELENİ: Bölüm I-LODOS KEYFİ

KALYOPİ, ELENİ: Bölüm I-LODOS KEYFİ
Yayınlama: 05.11.2025
A+
A-


Yıl 1968 sonbaharı, Heybeliada’nın meşhur Lodos rüzgarının, koca denizin milyonlarca metreküpünü kaldırıp, kaldırıp sahile vurduğu dönem.

Okul çıkışı sözleştik, akşam yemeğinden sonra 5-6 arkadaş, Ada’nın arka taraflarına, çöplüğün üst yan tarafına gidip koca dalgaların sesini ve görüntüsünü seyretmeye karar verdik.

Hava pırıl pırıl, ılık, Yalova, Çınarcık taraflarındaki arabaların farları bile belli oluyor. Lodosta böyle olur, çok uzakları bile net görebilirsiniz o havada. Bir de ay Büyükada üzerinden yükselmeye başlayınca, denizin üzerine vuran ayın şavkı ile, altın gümüş rengi karışımı mükemmel bir tablo çıkıverdi ortaya. Yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşün ardından ahırları geçip çöplüğü sağımıza alıp başladık kayaların denizle birleştiği yerin 25-30 metre üstündeki kayaya varıp yerimizi aldık. Bizden önce gelenler yani bembeyaz Martılar, çoktan yerlerini almışlar, tur atıp duruyorlar tepemizde.

Kayalara vurup minik zerrelere bölünen su damlaları, damla filan değil, su zerrecikleri kıyıya vuran dalgaların kuvveti ve rüzgarın şiddetiyle denizden öyle yükseliyordu ki, yüzümüze her dalganın zerrecikleri yapışıyor, burun deliklerimizden hava ile birlikte ciğerlerimize giriyordu solumamızla birlikte. O beyaz köpüklerin üzerinde çığlık çığlığa uçuşan Martılar ve Yelkovan kuşları dalgaların getireceği kısmetlerini arıyorlardı kuşkusuz. Tam bir cümbüş ortamı, Kuşların sesi, dalganın büyük bir davula vuran tokmağın sesine benzer kayalara vuruş sesi, alkışlara benzeyen suyun kayalardan denize geri dönüş sesi, rüzgarın uğultusu mükemmel bir doğa orkestrasının parçası gibiydi. Denizin taşıdığı yosunların kokusu ile birlikte, mehtabın ışığında sergilenen o mükemmel tabloyu bir saate yakın seyredip, yolu biraz uzatmak pahasına Çamlimanı, Şafak istikametine doğru, ay ışığı altında çamların arasındaki yolda yürümeye başladık. Çamlimanı’nda koca dalgalar neredeyse futbol sahamıza kadar yaklaşmıştı.

O KADIN!

Sanatoryumun yokuşunu çıkarken, hastanenin iri iki Kadana atının ahırına bakmayı ihmal etmeden gece bekçisi ile selamlaşıp hastanenin 200-300 metre ilerisinde Sanatoryumun Kadınlar bölümünün altında kalan yolda yürürken, önce bir ses duyduk, bir inilti ,bir inleme, hırıltı, hıçkırık karışımı bir ses.
Sesin geldiği yön, hastanenin kadınlar bölümünün 15-20 metre alt tarafında, olduğumuz yolun 20-30 metre yukarısındaydı. Gayri ihtiyari hepimiz o yöne başımızı çevirdiğimizde, çamların arasında hareket eden, elinde mum, başında gri siyah renkli yaşmak, uzun geniş eteği neredeyse yerlere değer gibi uçuşan, mum ışığı yüzüne yansıdığında temiz bir yüz görünen genç bir kadın sülieti vardı görüntüde. Hepimiz donmuş gibi toplam bir dakika sürmeyen görüntüyü hipnotize olmuş gibi seyrediyorduk. Önce ses kesildi, sonra ışıkla birlikte görüntü de kayboldu.

Birbirimize baktık, bir ürperti yayıldı içimize. Ben, herhalde hastanenin bir hemşiresi, ya da bir hasta bakıcı filandır diye düşündüm. Sessizliği Murat bozdu. Hala büyülenmiş gibi dururken, tedirgin bir ses tonuyla, O kadın! dedi.

Ve ilave etti, haydi, uzaklaşalım buradan!

Neden filan demeye kalmadan hızlı adımlarla yürürken, ben biliyorum bu kadını! dedi.

Neyini biliyorsun, sizin orada mı oturuyor, mahalleden mi, kimin nesi, filan diye sorulara, boş verin, sormayın! diye tedirgin halde baştan savmaya çalıştı bizi.

Saat oldukça geç olmuştu, ayrılırken, bu olaydan bahsetmeyin evde kimseye! diye de tembih etti.
O gece eve gidip hemen yattım ama, Murat’ın sözleri aklımdan çıkmıyordu bir türlü, zor uyudum o gece.
Okula gittiğimde Murat’a yanaşıp, anlatsana şunu! diye dürttüm. Konuşamam! dedi. Baktım öğle yemeğinde evine gitmiyor, yine yapıştım ona, söylesene!

Baktı benden kurtuluş yok, kimseye söylemeyeceğime dair yemin ettireceğim sana! dedi ve devam etti.

Bu bir Rum Azizeymiş, çok seneler önce yaşamış Heybeliada’da, kim onu görüp yakalamaya çalışsa sevdiklerini hemen kaybedermiş, bunu aslında herkes bilir ancak hiç kimse konuşmazmış, konuşmak bile insanın içine aşk acısı sokarmış.

Güldüm, sen bunlara inanacağımı mı sandın! dedim. O halde kime inanıyorsan, ona sor! dedi. Konu orada kapandı onunla. Diğer arkadaşlarım da sanki unutmuş gibi, aldırmaz davranıyorlardı. Birisi, Peri mi, yoksa Cadı mı diye kafamda soru var! dedi. (Deniz Emin Tüfekçi)

  • Yarın: BÖLÜM II- KALYOPİ

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.