Tarihimizin en eski kurumu Rum Patrikhanesi ve Heybeliada Ruhban Okulu
Taraf – 09.08.2013
CEM MURAT SOFUĞLU
AKP’nin son açıklamalarından, yakın geçmişteki askerî- bürokratik oligarşinin karabasanı olan Heybeliada Ruhban Okulu’nun yakında açılacağını anlıyoruz. Bu ülkemiz için hem insan hakları, hem de demokrasi açısındam son derece olumla bir adım olacaktır
1 Ağustos 2013 tarihli Taraf gazetesinde yayımlanan habere göre, hükümet çözüm sürecine ilişkin demokratikleşme paketinde, 42 yıldır kapalı tutulan Heybeliada Ruhban Okulu (HRO)’nun da açılmasının bulunduğunu, Adalet Bakanı vasıtasıyla kamuoyuna bildirdi.
HRO, Sultan Abdülmecit’in iradesiyle teoloji okulu olarak 1 Ekim 1844 tarihinde açılmıştır. 1971 yılında Anayasa Mahkemesi’nin, Özel Öğretim Kurumları Yasası’nın bazı maddelerini iptal etmesi neticesinde HRO’nun yüksek kısmı kapatılmıştır.
Rum Patrikhanesi’ne bağlı olan HRO’nun kapatılma amacı aslında, o günkü dış politik etkenlere özellikle Kıbrıs’a bağlı olarak, çöken Doğu Roma İmparatorluğu’ndan Osmanlı İmparatorluğu’na, buradan da Türkiye Cumhuriyeti’ne intikal eden; tarihimizin en eski ve belki de, insanlık tarihinin Vatikan Katolik Kilisesi ile birlikte en eski ikinci yaşayan kurumu olan Patrikhane’nin din adamı ihtiyacının önünün kesilerek, faaliyetinin defacto durdurulmak istenmesidir.
İstanbul’daki ilk kilise MS 37 yılında 12 Havari’den biri olan Aziz Andreas tarafından kurulmuştur (o yüzden her yıl 30 kasım günü Patrikhane tarafından Aziz Andreas Günü adıyla kuruluş yıldönümü olarak kutlanmaktadır). Ortodoks Patrikhanesi MS 330 yılında, bağımsız bir başpiskoposluk olmuş ve Hıristiyan konsilleri kararıyla “ekümenik” (üzerinde insan yaşayan her yer) olarak adlandırılmıştır.
9. yüzyıldan itibaren Patrikhane, Katolik Papalık ile çatışmaya başlamıştır. 1054 yılında, her iki kilise karşılıklı olarak birbirlerini aforoz etmişlerdir. 1204 yılında 4. Haçlı Seferi sırasında İstanbul’un Katolikler tarafından işgal edilip, yağmalanması sonucunda ilişki tamamen kesilmiştir.
1453 yılında Fatih Sultan Mehmed, II. Gennadios’u Patrik olarak seçmiş ve Rum Milleti’nin başı tayin etmiştir.
Kurtuluş Savaşı’nın ardından, Ankara Hükümeti’ni temsil eden Türk heyeti Lozan’da müttefiklerle yapılan müzakerelerde, savaş sırasında izlediği düşmanca tutum nedeniyle Patrikhane’nin Türkiye dışına çıkarılmasını talep etmiştir.
Başta İngiltere olmak üzere müttefiklerin bu talebe karşı çıkmaları ve neticede bu nedenle müzkerelerin kilitlenmesi üzerine Türkiye, Patrikhane’ye Osmanlı padişahları tarafından verilmiş bulunan geleneksel siyasi, idari, hukuki hak ve imtiyazların elinden alınıp, faaliyetinin sadece dinî işlerle sınırlı kalması kaydıyla ülkede kalmasına razı olmuştur. Daha sonraları İsmet İnönü, bir Yunanlı gazeteciyle 1972 yılında yaptığı bir söyleşide Patrikhane konusunun Venizelos’un Lozan’daki tek zaferi olduğunu söylemiştir. Bu arada “ekümenik” sıfatı Hıristiyan konsili tarafından verilmiş olduğu için bu sıfatı geri almak mümkün olmamıştır.
Her ne kadar Patrikhane konusu Lozan Barış Antlaşması (resmî adı Yakın Doğu Sorunları Üzerine Lozan Konferansı)’nda yazılı olarak geçmese de, Türkiye tarafından imzalanan tutanaklarla bu konu resmen kabul edilmiş bulunmaktadır. Ayrıca Lozan Antlaşması’nın 42/3 maddesi uyarınca Türkiye, Müslüman olmayan azınlıklara ait kiliselere, mezarlıklara, sinagoglara ve diğer din kurumlarına tam bir koruma sağlamayı taahhüt etmiştir.
Lozan’dan sonra, Patrikhane’nin, yaklaşık 400 yıldır oturmakta olduğu Fener’de ikametine izin verilmiş ve yine, yaklaşık 1700 yıldır (ab antique) yani eski zamanlardan bu yana sahip olduğu ruhani yetkilere dokunulmamış, hatta Lozan Antlaşması’yla bu yetkiler teminat altına alınmıştır.
Lozan Antlaşması’ndan bu yana Türkiye, başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi olmak üzere, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi gibi din özgürlüğünü korumayı da temel alan ve sözkonusu koruma ve teminatı, Anayasamızın 90. maddesine göre iç hukukumuzun üzerinde sayan birçok sözleşmeye imza atmıştır. Bu arada Türkiye ve Yunanistan’ın 1995 tarihli, Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşme’yi halen imzalamadıklarını da bir eleştiri olarak burada belirtelim.
1950 seçimlerinden sonra iktidara gelen Demokrat Parti’nin Patrikhane’ye yaklaşımı olumlu olmuştur. Seçimden hemen sonra, dönemin başbakanı Adnan Menderes 6 Haziran 1952’de Patrikhane’ye gelmiş ve Patrik Atenagoras’ı makamında ziyaret etmiştir. Bundan 52 yıl sonra, yine merkez sağ bir partinin, AKP’nin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 3 Ocak 2011’de Patrikhane’yi ziyaret etmiştir. Bize göre, bu ziyaretlerden şu sonuç çıkmaktadır: Komplo teorilerine değil, kendilerine güvenen, vizyon sahibi merkez sağ iktidarlar benzer siyasi adımları atabilmekte ve risk alabilmektedirler. Bu arada Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Patrikhane’nin ekümenik olmasıyla ilgili bir soruya vermiş olduğu yanıt bu özgüveni göstermektedir: “Ekümenik sözcüğünden ecdat korkmamış, ben neden korkayım ki?”
AKP’nin son açıklamalarından, yakın geçmişteki askerî- bürokratik oligarşinin karabasanı olan HRO’nun yakında açılacağını anlıyoruz. Bu ülkemiz için hem insan hakları, hem de demokrasi açısındam son derece olumla bir adım olacaktır. Ancak sorun okulun nasıl açılacağında düğümlenmektedir. Okula yurtdışından öğrenci kabul edilecek mi? Yoksa sadece sayıları 2.000 civarında, çoğu yaşlı Rum azınlık arasından mı öğrenci kabul edilecek?
Umarız bugüne kadar azınlıklar konusunda cesur adımlar atan hükümet 1.700 senelik Patrikhane’nin tarihine ve ruhani kişiliğine yaraşır bir karar alır ve dağ fare doğurmaz