Beyaz Rusların Türkiye’ye göçünün 100. yılı: Göçün Türk toplumuna etkisi ne oldu?

Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarından biri olarak, 7 Kasım 1917 tarihinde Petrograd’ta (şimdiki St. Petersburg) başlayan silahlı ayaklanmanın …

Beyaz Rusların Türkiye’ye göçünün 100. yılı: Göçün Türk toplumuna etkisi ne oldu?
Yayınlama: 12.12.2021
Düzenleme: 13.12.2022 15:14
A+
A-

Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarından biri olarak, 7 Kasım 1917 tarihinde Petrograd‘ta (şimdiki St. Petersburg) başlayan silahlı ayaklanmanın Ekim Devrimi’ne dönüşmesiyle, ‘Beyaz göçmenler’ olarak da anılan, dönemin siyasi ortamına muhalif Rus zümreleri, iç savaşın ardından 151 gemi ile birlikte İstanbul’a sığındı.

Yurtlarından kaçmak zorunda kalan Beyaz Ruslar, o dönemde emperyalist güçler tarafından işgal altında olan Anadolu’yu kendilerine yeni bir yurt olarak görerek, başta İstanbul olmak üzere Marmara Bölgesi’nin çeşitli yerlerine yerleşti.

Türkiye’de kaldıkları dönemde cumhuriyetin kurulmasına da tanıklık eden Rus göçmenler, Cumhuriyet tarihinde birçok alanda sosyal hayata ve yaşama öncülük ederek yeni kurulan ülkenin entelektüel havuzuna katkıda bulundu.

Göçmenlerin izlerini hala çevremizde görmeye devam ederken, göçün 100. yılı için düzenlenen ve İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. İlyas Topsakal’ın da katıldığı konferansta; profesörler, araştırma görevlileri, tarihçiler, Türkiye’de yaşayan Rus göçmenlerin torunları, diaspora temsilcileri ve Türkiye’de okuyan Rus üniversite öğrencileri bir araya geldi.

Açılış konuşmasını Rusya’nın İstanbul Başkonsolosu Andrey Buravov’un üstlendiği etkinliğin konuşmacılarından, Rus Dili ve Edebiyatı öğretim üyesi Prof. Dr. Türkan Olcay ve Türk-Rus Platformu Genel Sekreteri Ender Arat, Beyaz Rus göçmenlerin Türkiye’ye etkisini konunun tüm perspektifleriyle birlikte Sputnik’e değerlendirdi.

‘İstanbul’un nüfusu o dönemde 800 bindi, 200 bin de Rus göç ile geldi, şehrin nüfusu yüzde 30 arttı’

Bu göçün yapıldığında İstanbul’un işgal altında olduğuna dikkat çeken Arat, dönemin İstanbul’unda durumun ne olduğunu anlatarak, “İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar tarafından işgal edilmişti. Bu arada Balkanlardan harekete geçen 5 milyon insan da göç etmişti. Bunların çoğu istanbul’daydı. Üstelik İstanbul’da iki tane de yangın çıkmıştı; Fatih’te ve Balat’ta. İstanbul’un nüfusu o dönemde 800 bindi. 200 bin de Rus göç ile geldi. Bir gecede düşünün 115 tane gemi ile geldiler. Fransızlar bu gemilere el koymak karşılığında göçmenleri taşıdılar.140 bin asker, 60 bin sivil geldi. İlk gelenler asilzadelerdi ve onların paraları vardı. Istanbul’da lüks otellerde kaldılar. Tabi onlar çabuk döndüler, Paris’e Roma’ya gittiler. İkinci gelenler avamlar, sivil insanlar. En son gelen ise askerlerdi” dedi.

Ender Arat
© Sputnik / Onur Özovalı

Ruslar, İstanbul’a göç ettiklerinde şehrin nüfusunun yüzde 30 arttığının altını çizen Olcay ise “Gelenler de çok hızlı bir şekilde Galata ve Beyoğlu civarında mesken edinirler. Ama gelen 150 bin kişinin 60 bini 3 farklı kamplara yönlendirilir. Bunlar da; Gelibolu, Çatalca ve Limni adasıdır. Daha hemen ilk günden 32 bin kişi Yunanistan, Sırbistan ve Bulgaristan gibi ülkelere gönderilmiş. İstanbul’da geriye 70 bin civarında göçmen kalıyor. Onların büyük bir kısmı da Selimiye’ye, Florya’ya, Tuzla’daki kampa gönderiliyor. Ayrıca Büyükada ve diğer adalara da yerleştiriliyorlar” dedi.

Göçün Türk toplumuna etkisi ne oldu?

Beyaz Rusların, Türkiye’de birçok kültür sanat faaliyetine öncülük ettiğini ve pek çok öğrenci yetiştirerek sürdürülebilir bir anlayışın oluşmasına da katkı sağladıklarını belirten Arat şu şekilde konuştu:

‘Türkiye’ye baleyi getirdiler, Atatürk’e hizmet etmiş restoranlar açtılar’

O zamanlar İstanbul’da bale yoktu. Baleyi Lydia Arzumanova (Leyla Arzuman) getirdi. Herkes Türkiye de zanneder ki baleyi Ankara’da 1938-40’larda Ninette de Valois kurdu. Halbuki Arzumanova gelip burada belediyede bir şeyler yapıyor. Bunun topluma bir etkisi var. Hali vakti iyi olan aileler çocuklarını belediyeye bale yapmaya gönderdiler. Sabancı Müzesi’nin müdiresi Nazan Ölçer, zamanında orada bale yapanlardan biriydi. Bu göçün topluma olan etkisinin devamına bakarsak; Restoranlar açtılar. Tabii gastronomiye de bir etkisi var. Bir pastane sabaha kadar açık. O dönemde istanbul’da sabaha kadar açık pastane yok. Rejans restoran da Rus yemekleri servis eden bir yer olarak hala açık kalanlardan biri. İstanbul’da Karpiç Lokantası, Süreyya Restoran; bunlar Atatürk’e hizmet etmiş restoranlardır. Bugün eğer Moda Kulübü’ne giderseniz, Süreyya’nın menüsünün olduğunu görürsünüz. Rus yemekleri bugün de hala servisteler. Bunun da topluma etkisi var. Benim belgeselimde de Ruslar daha çok kendilerini anlatıyorlar ama Tükleşmiş olan Ruslar var, burada kalmış olanlar var.”

Ayasofya’nın mozaiklerini restore eden Rus ressamdan, Türk vatandaşı olan sanatkarlara

Göç ettikten çok kısa bir zaman sonra işyerlerini açıklarını belirten Olcay, “Aklınıza gelebilecek tüm mağazalar; kendi fırınları, kasapları, çamaşırhaneleri, avukat büroları, dişçi, doktor muayenehaneleri gibi yüzlerce işletme açıyorlar. Bununla birlikte restoranlar, kabareler, kafeteryalar açıldı.Tüm bunlar sosyal hayatta izler bıraktı. Daha sonra da zaten kültürel hayata bir etki başladı. Bunların ilki de 9 Ekim 1920’de açılan ilk sergidir. Akabinde de 1921 yılının Ocak ayında Rus ressamlar kendi birliğini kurdu. Bursa Sokağı 40 numarada Mayak adında bir kulüpte sergilerini düzenlediler. Orada 7 tane sergi yaptıktan sonra bir atölye daha açtılar. Bu doğrudan güzel sanatlara olan etkileri. O ressamlardan 4 kişi kalıyor burada, bunlar çok önemli ressamlar. Bir tanesi Nikolas Kluge’dir. Belki de adını bizim ülkemizde kimse bilmiyordur ama o burada kalmayı seçiyor, Türk vatandaşı oluyor ve 1932’den ölümüne kadar Ayasofya’nın bütün mozaiklerini Thomas Whittemore ile birlikte restore ediyor. Burada kalıp burada da ölüyor zaten. Başka bir ressam da Nikolay Kalmikoff. Türk vatandaşı olarak ismini Naci Kalmukoğlu diye değiştirdi. İbrahim Safi de aynı şekilde. 1930’lara geldiğimizde burada 1400 entelektüel kişi kaldı. Sanatla birlikte başka mesleklere de katkıları oldu. Mesela mühendislik alanında da bu insanların dokunuşlarını görüyoruz” dedi.

‘Mozart’ın Requiem’ini İstanbul’da ilk kez Rus kardeşler dinletti’

Bütün restoranlarda ve eğlence yerlerinde Ruslardan oluşan orkestraların sahne aldığını söyleyen Olcay, “3 dalga halinde göç ettiklerinde 19 Ocak, 20 Şubat ve en büyük dalganın olduğu 1919 Kasım ayında ilk kaptıkları şeyler enstrümanlarıymış. Onun için iş bulmak çok daha kolay oluyor. Oradaki entelektüel ailelerde herkes bir enstrüman çalabiliyormuş ama onun dışında St. Petersburg, Tiflis, Moskova konservatuarlarından mezun insanlarla, orkestra şefleri, profesörler geldi buraya. Mozart’ın Requiem’ini İstanbul’da ilk kez Rus kardeşler dinletti. Rus profesörler profesyonel müzisyenlerin yetiştirilmesine ve müziğin tanınmasına da çok büyük katkı sağlamış oldular” açıklamasında bulundu.

‘Kısa saç modasını ve plaj kültürünü Beyaz Ruslar başlattı’

O zamanlar Türk kadınlarında uzun saçın moda olduğunu hatırlatan Arat, “Ama Ruslar kısa saçla geliyorlar Türkiye’ye, temizlik problemleri de olduğu için burada daha da kısaltıyorlar saçlarını. Ve bu İstanbul sosyetesinin de moda oluyor. Ayrıca bir plaj kültürü geliyor. O dönemde kadınlar kapalı yerlerde suya girerlermiş. Halbuki Ruslar Ataköy gibi açık yerlerde denize girmişler” ifadelerini kullandı.

‘İşgalciler Rusların ordularını Atatürk’e karşı kullanmak istediklerinde Ruslar bunu kabul etmiyor’

Arat “İşgal sırasında olan Osmanlı’da İstanbul halkı, Ruslara kucak açıyor. Bunu Ruslar da anlayışla karşılıyorlar ve Fransızlar, özellikle de İngilizler, Rusların ordularını Atatürk’e karşı kullanmak istediklerinde Ruslar bunu kabul etmiyor. Aslında burada enteresan bir durum var. Atatürk ‘Kızıllarla’ işbirliği yapıyor ama Türkiye’de yaşayan Ruslar oldukları yere minnet duymaya devam etmişler” diye konuştu.

Bir Yorum Yazın

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.