Doç. Dr. A. Teyfur Erdoğdu yazdı “Nezaket Sorunu”

Doç. Dr. A. Teyfur Erdoğdu yazdı “Nezaket Sorunu”
Yayınlama: 20.12.2021
Düzenleme: 13.12.2022 15:14
A+
A-

Ev sahibi bitirmeden çay hüpletilip bitirilmezdi. Çünkü ev sahibini çayı tazelemek için kalkmaya acele ettirmek nezaketsizlikti. Ev sahibi de misafir ikramdan rahatlıkla yesin diye kendi tabağındakini misafirden önce bitirmezdi. Ev sahibi eğer tabağını yeniden doldurmak istemiyorsa azar azar yerdi ki misafire o doyana kadar eşlik edebilsin. Ailenizden olmasa da sizden, bir büyük, yardım talep edebilir, mesela sizi bakkala her hangi bir mal almaya teklifsizce gönderebilirdi. Buna itiraz edemezdiniz. Nezaketsizlik olurdu. Yine sizin bir yanlışınızı görünce ihtar ve ikaz edebilirdi. Küçük büyüğe selam veremez, halini hatrını soramazdı. Bunların mutlaka büyükten gelmesi lazımdı. Güleryüz her zaman gösterilmeliydi. Üzüntü de olsa keder de…Doç. Dr. A. Teyfur Erdoğdu yazdı Nezaket Sorunu

İstanbul nezaketi sadece Türkiye için değil bel ki tüm Osmanlı coğrafyası namına önem arz ediyordu. İstanbul nezaketi çeşitli kültürlerin en ince yönlerini alarak süzme bir hale getirmiş ve tüm imparatorluğa dalga dalga yayılmıştır. Bu nezaketin iki büyük mektebi vardı: biri saray diğeri asitaneler.

Bu konuyla ilgili bir çok lakırdı edildi. Bendeniz ise boş konuşmayı ve ah vah edebiyatını sevmez. Size bazı örnekler vererek konuyu somutlaştırmak ister.

Bu örnekleri başta hatırat olmak üzere yabancıların kaleme aldığı seyahatnamelerden öğreniyoruz. Bir tali kaynak ise adab-ı muaşeret kitapları.

Bazı insanlar doğuştan, ırsen (biogenetik) zariftir, bazıları ise bunu sonradan öğrenir. İnsanlar da ağaçlar gibidir: kavak, çam, kestane, meşe, ceviz ila ahir. En kıymetli ağaç gibi de olsa insan, mutlaka bir gerçek büyükten ahlak, karakter, nezaket ve edep eğitimi almalıdır. En esaslı eğitim hanegi sistem içinde verilenidir. Bazı insanlar ise tabiatı icabı daha çok çalışmalıdır. Öyle ki edep ve nezaket onda mizaç haline gelsin.

Küçük büyüğe hatır sormaz

Şimdi geldik örneklerimize:

Hane kapılarında iki tokmak ve halka bulunurdu. Büyük halka vurulduğunda kalın ses çıkarır ve gelenin erkek olduğu anlaşılırdı. Genellikle çiçek desenli olan küçük halka vurulduğundaysa ince ses çıkarır ve gelenin taife-i nisadan olduğu anlaşılırdı.

Ziyarete gittiğinizde kapı kapalı ise tokmağa vurmak, zile basmak veya kapı açıksa destur diye seslenmek en fazla iki kere tekrarlanabilirdi. Huu diye cevap gelmiyor ya da kapı açılmıyorsa ısrar edilmez, çekilip gidilirdi. Mutlaka görüşmek gerekiyorsa dışarı biri çıkana kadar münasip bir yerde beklenirdi.

Misafire küçük de olsa beyefendi, hanımefendi diye hitap edilirdi. Hatta Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil öğrencilerine de bu şekilde derste nida edermiş.

Misafire mutlaka az çok vakte uygun yiyecek ve içecek ikram edilirdi. İkrama hürmeten misafir aheste yer içerdi. Ev sahibi bitirmeden mesela çay hüpletilip bitirilmezdi. Çün ki ev sahibini çayı tazelemek için kalkmaya acele ettirmek nezaketsizlikti. Ev sahibi de misafir ikramdan rahatlıkla yesin diye kendi tabağındakini misafirden önce bitirmezdi. Ev sahibi eğer tabağını yeniden doldurmak istemiyorsa azar azar yerdi ki misafire o doyana kadar eşlik edebilsin.

Ayrılma vakti gelince ev sahibi misafirine taltif babında diş kirası verirdi. Cinsi para olurdu, mendil olurdu, kitap olurdu, güzel yazı olurdu ila ahir. Geldiniz değerli vaktinizi bize kiraladınız manasındaydı bu gelenek.Doç. Dr. A. Teyfur Erdoğdu yazdı Nezaket Sorunu

Kapat kelimesi kullanılmazdı

Girerken ayakkabılar kapıda çıkarılırdı. Hanımlar yanlarında temiz ayakkabı getirerek onları misariflikte giyerlerdi. Erkeklere terlik uzatılırdı. Çıkarken de ayakkabıların ucu evin içine bakacak şekilde bulundurulurdu. Bu hem tekrar bekliyoruz, yönünüz hep bizim haneye olsun demekti hem de ayakkabılar giyilirken ev sahibine (rabbu’l-beyte) arka dönülmemiş olurdu.

İstanbul nezaketi kelimelere de yansımıştı. Kapat kelimesi beğenilmezdi. Bu yüzden mesela ışıklar için uyut, sırla veya dinlendir denirdi. Evim denmez fakirhane denirdi. Karşınızdakinin evi içinse devlethane. Ben denmez bende’niz, kulunuz veya fakir/e denirdi. Hürrem Sultan bile mektuplarında kendi için fakire kelimesini kullanırdı. İstanbul’da konuşulan birçok kelime mücevher değerindeydi. İdrak edene! Yunus ne diyor? Gezdim Haleb’i, Şam’ı. Eyledim ilmi taleb. Meğer ilm bir hiç imiş. İlla edeb illa edeb. Yiyecek ve içecekler için asla tüketme tabiri kullanılmazdı. Çün ki bu nimetlerden istifade edilirdi. İsraf değil, sarf edilirdi.

İstanbullular konuşurken cümlelerinin arasında Fuzuli, Nabi gibi büyük ediblerden beyitler kullanırdı. Cümlelerini böylelikle inceltmiş olurlardı.

Parasını da verseniz her şeyi istediğiniz gibi yapamazdınız. Parasını ödedim diye mesela aldığınız suyu israf edemezdiniz. Hemen ihtar ve ikaz edilirdiniz.

Ailenizden olmasa da sizden, bir büyük, yardım talep edebilir, mesela sizi bakkala her hangi bir mal almaya teklifsizce gönderebilirdi. Buna itiraz edemezdiniz. Nezaketsizlik olurdu. Yine sizin bir yanlışınızı görünce ihtar ve ikaz edebilirdi.

Küçük büyüğe selam veremez, halini hatrını soramazdı. Bunların mutlaka büyükten gelmesi lazımdı. Güleryüz her zaman gösterilmeliydi. Üzüntü de olsa keder de.

Sokak hayvanlarına da nezaketle davranılır, onların bakımından mahalleli kendini mesul hissederdi.Doç. Dr. A. Teyfur Erdoğdu yazdı Nezaket Sorunu

Gidiş ve dönüş farklı yoldan

Bir yere gider ve dönerken farklı yollar tercih edilirdi. Böylelikle daha fazla insana rastlanılır, selamlaşılır, gerekirse hal hatır sorulur, madden düşkün olmadan hemşehriler göz ucuyla rahatsız etmeden tarassut altında tutulur. İhtiyaçları bir an evvel giderilmeye çalışılırdı. Riba, faiz istenmez, mühim olan darda olanı feraha çıkarmaktı.

Kamu binalarının bahusus mabetlerin yakınlarında sadaka taşları bazen de mabet içlerinde delikler olurdu. Buradan ihtiyaç kadar para alınır ve aciliyeti olan borçlar ödenir ya da eve iki lokma götürülürdü. Fazlasını almak hamiyetsizlikti. Veren el ile alan el birbirini hiç bir surette görmezdi. Veren de elini oraya soktuğu için alıyor mu veriyor mu belli olmazdı!

Kibarların semti

Beylerbeyi kibarların semtiydi. Her iskelede vapur (vapeur) beklemeden yolcu indirir ve alırken Beylerbeyi’nde her seferinde iskelede yolcuların birbirine nezaketten yol vermeleri, öncelemeleri bir türlü bitmediği için uzun süre beklemek zorunda kalırdı. Ekabir iskelede birbirlerine ‘Aman efendim teeddüb ederim lütfen önce siz buyrun! Yok efendim zat-ı aliniz tekaddüm ediniz, sonra fakir pek mahcub olur!’, ‘İmkanı yok mirim vallahi geçemem, türabınız olayım, kerem edin efendim!’, ‘And verdim billahi geçemem!’ diyerek teşrifat gösterirler vapuru bekletirlerdi.

Üstteki maddede gevezelik yapıldığı sanılmasın, İstanbullular az konuşmayı değerli bulurlardı. Kelamın fizza ise sükut et ki olsun zeheb. Kemal ehli kemalatı böyle buldu hep.

İstanbullu hokka kullanırdı. Gerekirse kuşağının arasına sıkıştırırdı. Dolmakalem memlekete gelince bu da nezakete uygun görülüp tasvip edildi ve kullanıldı. Okuryazar bir hanımefendi veya beyefendi dolmakalemsiz dışarı çıkmazdı. Kurşun kalem dairelere ve mekteplere mahsustu. Tükenmez kaleme ise asla kata el sürülmezdi.

Daha ne maddeler var da bu seferlik bu kadarla iktifa edelim, gevezelik yapmış olmayalım.

Doç. Dr. A. Teyfur Erdoğdu

teyfur@gmail.com

Bir Yorum Yazın

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.